Her şeyden önce en başta toplumsallaşma olgusu; insan aklının evrimsel tek yönlü, ilerlemeci, dikey gelişim sürecinde ortaya çıkan, salt özellikleri itibariyle genel, durağan, yönelimsiz bir hatadır (kusurdur).
İnsan aklının gelişim sürecindeki bir kusur olan toplumun ortaya çıkışındaki anlam yani en temel sebep; evrensel, soyut ve ilksel bir neden olan insan aklının bu yapısı itibariyle gelişim sürecinin; insan aklının doğa yasalarına bir uygulanması olan üretimsel alanın deneysel, görgül, pratik olan özellikleri sonucunda ona karşı daha yavaş bir düzeyde ilerlemesidir. Yani, insan aklı soyutlamaya dayalı, saf, tümel; üretimsel alan ise uygulamaya dayalı, pratik ve tikeldir. Ayrıca evrensel, kendiliğinden bir neden olan insan aklı, bu özelliği nedeniyle nedenleri sorgulayabilme yetisine sahiptir. Oysaki insan aklı bir ereksel neden iken, üretimsel alan onun bir uygulama alanıdır ve nedenlerin bir sonucudur. İnsan aklının ilerleme süreci ayrıca sembolik bir anlatımdır. Çünkü, insan aklı başlı başına tümel bir bütünlüktür ve ilerleyiş zaten var olan bu evrimsel bütünlüğe doğru bir devinimdir. Ve bu yüzden bir zorunluluktur.
Oysa, insan aklının pratik bir uygulaması olan üretimsel alan, daha çok deney ve gözleme dayandığından zorunlu olarak, sabit derecelerle değil, belirli koşulsal durumlara, zaman ve mekan pratiğine göre ilerler. Ancak, insan aklına yani doğa yasalarına dayansa bile pratik, tikel, koşulsal bir ilerleme olduğu için, insan aklının en saf özelliği olan kendiliğinden nedenlik işlevini tümel ve soyut alandan tamamen bağımsız yerine getiremez. Ayrıca ekonomik devinim, her zaman bu yapısı nedeniyle, insan aklının tarihsel gelişim düzeyinden daha hızlı ama daha çarpık ve dengesiz ilerler.
Yaşanan bu devinimsel süreçteki doğal ve kaçınılmaz uyumsuzluk, gelişime ve devinime hiçbir şekilde tabi olmayıp, statik ve tikellerin kendisi değil özel durumları olan, insan aklının varoluşsal en temel baskı aracı olan başka bir alanı tetikler. Yani tarihsel bir bağımsızlığı olan insan aklının, tarihsel gelişim sürecine tabi olan üretimsel alana karşı bu dengesizlik durumu, insan aklının doğal çatışma alanı olan duygusal varlığının belirmesi toplumun ortaya çıkmasıdır.
İnsan aklı - üretimsel alan (bunun içerisinde maddi üretim olduğu gibi ahlaksal düşünsel üretimler de vardır.) devinim dengesizliği yapısal, doğal ve mutlak bir durumdur. Yani bir çatışma, kökten aksaklık durumu değil sadece insan aklının gelişim düzeyindeki ilerleme seyrinin zorunlu bir basamağıdır. Mutlak ve tümel olan insan aklına karşı bu devinimde ortaya çıkan toplum yapısı ise, süreç içerisinde ortaya çıkan ve yok olacak ve olmak zorunda olan bir kusurdur.
3. Toplumun Kavramsal Olarak Bağımsızlığı ve Etkilerinin Evrenselliği Sorunu:
Toplumun özellikleri itibariyle değil ama bir kavram olarak belirli sınırları ve çizgileri yoktur. İnsan kavramından da tamamen bağımsızdır. Toplumsallaşma olgusunun kendisi evrensel bir kusur olduğu için ve bu kusurun kaynağı olan dengesizlik durumu evrensel bir gerçeklik olduğu için herhangi bir zaman ve mekan sınırlamasından da bağımsızdır. Hatta belirli koşulların varlığında, düşünsel bir kaynakta dahi işlev görür. Şöyle ki, toplum olgusunu veya bir toplumsal sorunu ve onun etkilerini eleştirmek, değiştirmek için ortaya çıkan bir düşünce pratiği (Teorik düşünce bu tür etkilerin dışındadır. Çünkü saf insan aklının bir görüntüsüdür) ve kollektif eylemcileri zorunlu olarak kendi içerisinde toplumsallaşır. Toplumun mekanizmaları ve etkileri altına girer.
Toplumsal bir sorunu hedef alan düşünce pratiği kollektif eylem alanına girerek toplumsallaşır ve tabakalaşma, hiyerarşik düzene dayalı iş bölümü ile birlikte harlanarak mit ve sembollerle ideolojik bir üretim alanı haline gelir. Örneğin; toplumun sınıflı ve sömürüye dayalı düzenini eleştirmek ve dönüştürmek için ortaya çıkan komünist veya feminist bir fikir, kollektif bir eylem ve hareket ile zorunlu olarak toplumsallaşır. Bunun sonucunda, kendi eleştirdiği sistemi ve uygulamaları tekrarlayan ve bu nedenle eleştirdiği sistemi meşrulaştırma aracı haline gelen bir hüvviyete bürünür. Eleştirdiği sistemi dönüştürmek isterken, kendisi bu yolla devre dışında kalıp, o eleştirdiği sistemi yeniden üreten bir araç haline gelir. Bu toplumun kendisini koruma mekanizması ve muhafazakar yapısının bir sonucudur. Toplumun bu kendini koruma ve yeniden üretme mekanizmasına Robert Michels'in ''Oligarşinin Tunç Kanunu'' teorisine öykünerek ''Toplumsallaşmanın Tunç Kanunu'' diyebilirim.
Robert Michels |
Bu temel tezimin iyi anlaşılabilmesi için, ekonomik alanın toplumsal alandan bağımsızlığı olduğu vurgusunun iyi anlatılması gerekiyor. Ekonomik düzenlemeler ve gelişimler, toplumsallaşmanın gerektirdiği dönüşümler değil, toplumsallaşmanın kendisi bizzat ekonomik gelişim düzeylerinde yukarda bahsedilen doğal uyumsuzluğun ortaya çıkarttığı tarihsel, dönemsel bir yapıdır. Ayrıca toplum, insanın aklını dışlayan ve her zaman onun doğal bir baskı unsuru olan, insanın duygusal alanına aittir. İnsanın duygusal alanından bahsedilirken daha sonra detaylıca değinileceği şekliyle, insan duygularının bilgisine ulaşmada temel problemler vardır. Birincisi, duygusal alan zaten aklın temel dışlayıcısıdır. İkincisi, duygusal alan insanın maddi gerçekliğinin dışındadır. Ancak toplumsal alan içerisinde veya bireysel düzeyde maddi sonuçlar doğurur. Ayrıca, Akıl - Duygu çatışması toplum kavramından önce gelir ve bu çatışma başlangıçta insandan önce ve bireysel anlamda var olur. Üçüncüsü, duygusal alan olgulara değil olaylara yöneliktir.
Toplum, İnsan aklının gelişim düzeyinde ortaya çıksa da, insan aklını doğal bir yönelimle sürekli baskı altında tutacağından din, ritüel ve sembol yani sürekli bir duygusal alan üretimi haline gelip; aynı zamanda adaletsizliğin, eşitsizliğin ve kitlesel savaşların üretim yeri olan bir çatışma alanı olarak kalacaktır.