1 Haziran 2016 Çarşamba

Dünya'da Neo-Liberalizmin Yükselişi ve Yoksul Halk Kitlelerinin Kurtuluşu Üzerine


İnsan kendi belirlenmiş varoluşunu bir imge olarak ele alırsa, gerçekliğe ulaşma çabası içerisinde olan her davranış simgesel bir alan üzerinde hareket etme sonucu ortaya çıkan bir deneyim olur. O zaman, gerçeklik üzerinden yapılan her türden çözümlemenin, simgesel her türlü tasarımdan bağımsızlaşması gerekir. Zaten, mutlak olan gerçeklik dille veya onun herhangi bir türeviyle ifade edilip tanımlanamaz bir alanı işaret eder, ancak kendisi üzerine düşünsel bir karşıtlık kurabilme imkanı hep vardır. Bu karşıtlık; diyalektik düşünme yönteminin kendisidir ve tanımlanamaz bir gerçekliği ifade etse de, onun üzerinden yapılan her türden sorgunun kendisinin bir cevabı, onu engelleyen şeyin onu gösteren şeye dönüşüm süreci olma özelliğini verir.

İnsanların, bağımsız dış dünya ile kurduğu kendi bağımlı kategorik eşleştirmeleri hep bir gösteren - gösterilen çatışması içerisinde varlığını sürdürür. Ancak, bu iki zıtlığın birbirlerini işlevsizleştirme özelliği vardır. Burada gözden kaçırılan nokta, gerçekliğin kendisi değil bu gerçekliği bir araya getiren yanılsamalardır. Buradan bir örnekle işe başlarsak; artık günümüzde Neo-Liberal politikaların hüküm sürdüğü adaletsiz bir toplum yapısı ile bunun dışında şekillenmiş (gerçekliğin bağımsızlık özelliği vardır) aslında bir çarpıtmadan ibaret olan milliyetçi, dini, mezhepçi, batıcı, modern vb. motiflerle bezenmiş ideal bir dünya tasarımından ortaya çıkan sonsuz bir çelişkinin (karşıtlığın) varlığı, aslında fark edilebilir düzeyde, hatta bilinen düzeyde olmasına rağmen; bu antagonizmanın değerlendirilememesinin sebebi, bu faaliyetlerin aslında kendisinin, girdiği gerçeklikle ilişkilerinin hayali bir fantazi olduğudur. Kendisinin kurtuluşunu ya da adaleti siyasal ideolojilerde arayan halk kitleleri; her bir şaşalı değişim rüzgarında, kendilerinin yaşam koşullarında hiçbir farklılığının olmadığını görürler, kendilerinin her geçen gün daha da yoksullaştığını sezerler, ancak bunu gerçeklik üzerinden kurulacak bir karşıtlık yerine ideolojik fantazileri üzerinden açıklama yoluna giderler. Oysa gerçek olan her zaman oradadır, varlığını bağımsız olarak sürdürmeye kendisini en sert biçimde hatırlatmaya devam eder.


Daha önce burada, toplum üzerinde mutlaklığı kesin olan çelişkinin - kendisinin mutlak tanımı değil, çünkü başta belirtildiği gibi gerçeklik üzerinden sadece bir karşıtlık kurulabilir - kapitalist sistemin kendi tekelci sermaye birikimini sağlamaya yönelik; merkezi devlete dayalı hukuksal, siyasal, ideolojik örgütlenmesindeki adaletsiz dağıtım ve emek sömürüsüne dayalı ekonomik ilişkilerde yattığı ve bu çelişkinin kendisinin kendi koşullarında doğal bir gelişim süreci olduğu ve bunun sürekli çeşitli ideolojik araçlarla baskılanmaya çalışıldığı, ancak bunun bastırılmaya çalışılsa dahi varlığını mutlak olarak sürdüreceği, bunun için bu baskı stratejisinin sürekli devam etmesi gerektiği ve giderek artacağı belirtilmişti. Ve yine burada Dünya üzerinde; başta ABD ve Batı sermayesine dayalı üretim ilişkilerinin yoğun olduğu küresel kapitalist devletler ile, onların karşısında bir pazar ve ucuz emek gücü ihtiyacının karşılandığı Türkiye'nin de içinde bulunduğu gelişmekte olan dünya ülkelerine dayalı, Castellsçi dille ifade edilirse merkez - çevre ülkeler ayrımı yapılmış ve merkez ülkelerin mutlak olarak çevre ülkelerde ideolojik bir kontrol isteyeceği, bunun kendi tekelci adaletsiz üretim süreçleriyle ortaya çıkan güvenlik ihtiyacından kaynaklandığı, ve bu yüzden kendilerinin asla çevre ülkelerde özgürlükçü akımları istemeyecekleri ve daha da ileri giderek oradaki etnik, dini, mezhepsel ve milliyetçi ideolojileri körükleyeceği, çünkü burada yaratılacak suni çatışmanın kendi güvenlik ihtiyaçlarıyla ilgili olduğu, bunun kaynağının bu ikili toplumsal çelişkide yattığı, kendilerinin son yıllarda en çok kurumsallaştırılan, işlev gören araçlarından birisininin de terör olgusu olduğu açıklanmıştı. Bunun hepsinin, gerçeklik üzerindeki en temel karşıtlık olan, sınıf mücadelesi alanının baskılanması amacıyla yapıldığı da eklenmişti.

Birincisi, 1970'lerde Keynesçi refah devlet anlayışının çökmesiyle başlayan, Berlin Duvarının yıkılmasıyla ve SSCB'nin dağılmasıyla hızlanan Neo-Liberalizmin yükselişi ve yeni dünya düzeni süreci son 30 yılda, Dünya üzerinde hiçbir anda hiçbir zamanda olmadığı kadar toplumsal adaletsizlik, servet dağılımında sonsuz bir eşitsizlik getirdi. Dünya'da 85 zengin, toplamda 3.5 milyar insanın toplam zenginliğine sahip konumda. Asya ve Afrika bölgeleri yoksullukta başı çekmekte ve Dünya'da her yıl 20 milyon çocuk açlık nedeniyle ölmektedir. Dünya üzerinde yaklaşık olarak 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan yaşamaktadır. Türkiye üzerinden bakarsak; OECD'nin verileriyle gelir eşitsizliğinde Türkiye raporda, Meksika'nın ardından en kötü puanla ikinci orana sahip olduğu  görülmektedir.


İkincisi; kapitalist sermaye ekonomisi ve araçları küreselleşme düzeyinde yayılmasına rağmen, merkezi devletlere ihtiyacı giderek daha da artmaktadır. Kapitalist sermaye tekelleri, kendi birikimlerini sağlamak ve kâr maksimizasyonunu arttırmak için merkez düzeyde yayılıp, daha da aşırı şekilde çevre düzeyinde ideolojik kontrol sağlamak için merkezi devletlere gereksinim duyacaklardır. Çünkü, esnek üretim süreçlerinde çalışanların başta olmak üzere iş yapısının, bu düzene uyum sağlayabilmeleri ve yeniden üretimleri için mutlak bir yasal otorite gerekecektir. Ancak bu merkezileşme yapısı, sosyal devlet anlayışı ile kesinlikle karıştırılmamalıdır. Bu merkezileşme düzeni, liberal ekonomiyle mükemmel bir uyum içerisine girer, bu devletin örgütlenme biçimi bir zorunluluk olarak devletin sosyal alanda küçülmesini gerektirir. Ancak, ideolojik bir merkezi katılık ve denetim devam edecektir ve etmek zorundadır. Kapitalizmin bu esnek üretim anlayışı, emeğin de esnekleşmesini beraberinde getirmekte ve bu durum çalışanların çalışma zamanları ve vasıfları konusunda kontrollerini yitirmelerine neden olmaktadır. Yeni kapitalizmin örgütlediği üretim ve çalışma koşulları, çok uluslu şirketler ve bu şirketler etrafında örgütlenen taşeron firmalar ile istihdam olanakları sunmakta, çalışanlar her geçen gün daha da güvencesizleşmekte, sosyal yardım ve güvenlik ağları olabildiğince yok edilmektedir. Kapitalist üretim sürecinin isteyeceği merkezi denetim ve örgütsel kontrol için, Türkiye gibi Neo-Liberalizmin yükseldiği II. Dünya Ülkelerinde görüldüğü şekliyle, çalışanlardan her türlü sosyal hak ve güvenceler geri alınırken, burjuva sınıfına yasalar yoluyla sonsuz ayrıcalık ve muafiyetlerin verilip bunun merkezi bir düzenle kurumsallaştırılması en iyi örnektir.

Ancak burada tümden atlanılan bir durum söz konusu, buradaki merkez - çevre ülkeler arasındaki bağımlılık ilişkisi her zaman çevre ülkelerin lehine olmak zorundadır. İşte tam buradan itibaren tüm yoksulların kurtuluşunun koşullarının cevapları belirmeye başlar. Daha önce belirtildiği şekliyle, kapitalist sistemin bu tekelci ve sömürücü anlayışlarının devam edebilmesi için her zaman zayıf pazarlar, küresel ucuz emek gücü gerekecektir. Buradaki bağımlılık kapitalizmin bağımlılığıdır. Kapitalist sistem, aslında bir kriz yönetim sistemidir. Bunun için artık, sınıf mücadelesi alanının çevre ülkelere topyekün kaydarılması gerekmektedir. Bu bir evrensel düzeyde gelişen bir mücadele artık değildir. Yoksul halk kitlelerinin kendilerine ait olanı, yine kendilerinin alması zorunluluktur. Batı'nın kapitalist gelişim kültürü, kendi içerisinde bir orta - sınıfı oluşturmuş ve bu durum bu sınıfın, bu düzene umursamazca doğal bir yabancılaşmasını da beraberinde getirmiştir. Bu mücadele artık batının yozlaşmış orta sınıfı da dahil olmak üzere, onlara karşı tümden işletilmelidir. Burada yazılmaya bile değer görülmeyen, isminin telaffuzuna dahi gerek görülmeyen Batı kapitalizminin bütün yalanları içerisinde yaptığı eşitlik, Dünya'da açlığın önlenmesi temalı gösteri niteliğinde olan kongreleri, bildirgeleri kendi hallerine bırakılıp, Dünya'nın tüm yoksullarının, artık bilinçli bir şekilde uygulamaya geçmesi gerekmektedir. Sınıf mücadelesinin alanı başta Türkiye olmak üzere; Asya'nın büyük bir bölümü, Orta - Doğu, Güney Amerika ve Afrika ülkelerine kaydırılmalı, başta Batı kapitalizminin maşası olmuş hükümetler tasfiye edilmeli, bunun getirdiği en başta kültürü olmak üzere her türlü Batı'nın yozlaşmış bir yalandan ibaret olan özgürlükçü, eşitlikçi kurumları red edilmelidir. Dünya'nın bütün yoksul ve giderek daha da yoksullaşan insanları var olan düzenin alternatifsiz olduğu ile ilgili mitsel inançlarından vazgeçmeli, kendilerinin kurtuluşunun yine kendilerinin elinde olduğunu bilmelidir. Batı liberalizminin vaad ettiği özgürlüğün, gerçek özgürlük olmayacağı en başta çalışanların, liberallerin ifade ettiği şekliyle sözde emeğini özgürce satarak, özgürlüğünü kaybettiğini köleleştiğini anlamalıdır. Tüm bunların ışığında; nerde yoksul bir halk var ise ki her yerdedirler ve ezici bir çoğunlukturlar, alternatifsiz ve radikal olarak ve yine onların kurtuluşu için, gerekli aşamalar burada maddelerle açıklandı. Bu maddelerin hepsinin kurtuluş için bir zorunluluk olduğu bilinmelidir.

1--Batının her türlü kültürü, demokrasisi, hukuksal yapıları, sözde özgürlükçü kurumları; modernizmin kendi kapitalist gelişim süreciyle oluştuğu bilinmeli ve bunların hepsi tümden red edilmeli,
 
2--Sınıf mücadelesi alanı, gelişmekte olan ülkelere kaydırılmalı ve bu mücadelenin Batı'nın orta sınıfı da dahil her türlü araçlarına karşı yürütülmesi gerektiği artık anlaşılmalı,

3--Gelişmekte olan ülkelerde, Batı kapitalizminin hem oyuncağı hem destekçisi hem de otlakçısı olan hükümetler tasviye edilip, bu ülkeler sosyalist ekonomi modellerine geçmeli, 

4--Üretim araçlarının mülkiyeti, yerel küçük burjuvazilerden alınıp işçilere ve çalışanlara devredilmeli,

5--Gelişmekte olan ülkelerin halklarının tümü, tabandan tavana örgütlendiği; ancak küresel düzeyde  ekonomik işbirliğine dayalı tek bir komite çatısı altında birleşmeli,

6--Her türden medya, basın yayın ve propaganda araçları ve eğitim kurumları batı burjuva ve yerel burjuva tekellerinden alınmalı, özerk oluşturulacak ama yöneticilerinin halk tarafından lağvedilebileceği kurumsal yapılara devredilmeli,

7--Son aşamada; Batı Kapitalist devletlerine küresel ölçekte ekonomik ambargo uygulanmalı, - bunun sonucunda Batı kapitalizmi, burada daha önce sıkça anlatılan sebeplerden ötürü derin bir ekonomik krize girecektir ve orta sınıfları yine kendilerinin burjuva sınıflarına saldıracaktır,

8--En sonunda; Batı'nın da dahil olduğu marksist gelişim modeline uygun, yeni bir ekonomik örgütlenme biçimi ve sınıfsız toplum yapısına geçiş.

REFERANS

Stiglitz, Joseph E., Eşitsizliğin Bedeli, çev. Ozan İşler, İstanbul, İletişim Yayınları, 2014
 
W/BBC, OECD: ' Türkiye gelir eşitsizliğinde ikinci ', http://www.bbc.com/turkce/ekonomi/2014/12/141209_oecd_gelir_esitsisligi, (01.06.2016)