III - Aklın Üçlü Çarpıtma Düzeyi
Genel başlıkta iki ifade göze çarpmıştır. '' Doğa Yasalarına Giriş '' ve '' Toplumsal Alanın Reddi ''. Bu iki ayrı başlık öylesine koyulmadı ve bu başlıklar teorimin iki ayrı hattının dallanıp budaklanan ama nihayetinde tek bir ana yola ulaşan ve aslında zaten tek bir ana yoldan çıkan iki ayrı yolundan her biridir. Birincisi '' Doğa Yasalarına Sadece Bir Giriş '' idi. Daha doğrusu kendisinin tam açık ve seçik olarak ortaya çıkarılması değil ki zaten böyle bir çaba başarısız olmaya mahkumdur. Çünkü insanın sınırları saf aklının başladığı yerde başlar, onun bittiği yerde biter. Bu yüzden bu biliş, bir tür doğa yasası olan saf aklın üzerindeki bulanık görüntülerden yani bir nevi hastalıklardan onun arındırılması ile ortaya çıkarılacak, doğa yasalarının tam ne olduğu değil, daha çok bütünsel bir kavrayış ile ne olmadığının gösterilmesi ile sonuçlanacak bir bilgidir. '' Doğa Yasalarına Giriş '' saf aklın kavranmasıyla ilgilidir. Bu açıklamalar bu bölümde bunun için yeterli. Şimdi saf akla gelişimin başladığı yere, yani ilk başlangıç noktası olan pratik akla gönderme yapan ikinci kısımdaki sunum yani '' Toplumsal Alanın Reddiyesi '' bu bölümü daha çok ilgilendirmekte.
İnsanların felsefe içerisindeki yönelimleri de aynı kendilerinin bir bütün olarak gelişimlerini haklı çıkaracak bir seyirde ilerler ki bu tıpkı varoluşla ilgili diğer alanlarda da olduğu gibidir. İnsanların yönelimleri, yani ilk insani özelliklerin varolduğundan beri, gerek felsefe gerek diğer alanlarda aynı etki altında seyreder. Bu etki aynı zamanda insani varoluşun anlamını da verir ki bu bir tür kendisinin özelliği olan pratik aklın saf akla yönelimidir. İnsanlık tarihi de bu iki uç noktanın kapanma seyrinden başka bir şey değildir. Yani toplumsal alana sunulan reddiye aslında geleneksel, modern, postmodern veya başka her türlü toplumsal odaklı ve onu temele referans alarak, ana kategori olarak onu belirleyerek oluşturulan tarih inşasına, anlayışına sunulan bir reddiyedir. Çünkü verilen ana akımlardan ziyade, onların içerisindeki farklılaşmalarda yani yapı dışında bireyi temel alan yaklaşımlarda dahi ele alınan birey toplumsal bir yapı içerisinde anlam kazanan bireydir. Ele alınan özne toplumsal bir inşa ile anlam kazanan yani aklı duygulanımlara mahkum edilen bir öznedir. Pratik aklın tarihselliği araştırılacaksa ki tarihsellik denen şey aslında budur, ana kategori olarak toplumsallığın kendisi sunulamaz ki toplumsal bir kategori için yine nasıl saf aklın pratik akla karşı bir bağımsızlığı varsa, pratik aklın da toplumsal her türlü kategoriye karşı ayrı birer bağımsızlığı vardır. Ayrıca ne olursa olsun, tarihsel bir araştırma toplumsal kategoriler ile değil, sadece pratik aklın yönelimleriyle açıklanabilinir. Ne insanların toplumsallaşmasının bir tarihi ne de onun kendi içerisindeki kategorilerinin ayrı birer tarihi vardır. Tarihsel olan şey bu kategorilerinin kendi içerisindeki belirlenimlerinden başka bir şey değildir. İlk insan en toplumsal, en dindar, mitsel anlamda en inançlı, kültürel düzeyi en yüksek insandır.
Bu süreç saf aklın belirip, pratik akıl olarak kendisini ifade ettiği olgusal bir anlamda başlar. Ayrıca ilk toplumsallaşma hayvansal bir yönelim ve aşırı uyumken, kaynağı ise insan aklının devinim dengesizliğidir ve hayvansal canlılarda olduğu gibi aynı sonuçları verecektir ki hayvanların toplumsallaşma özelliklerinin değişmemesi, mükemmel uyumlarının ve duygulanım belirlenimi göstermemelerinin sebebi bir saf akla sahip olmamaları ve dolayısıyla devinim dengesizliği yaşamamalarından veya zaten bu dengesizliği içselleştirmelerinden gelir. Hayvanlar için toplumsallaşma saf akla sahip olmama şeklinde ortaya çıkan doğa yasası iken, insanlar için toplumsallaşma saf akla yönelim yani bir doğa yasasının gerçekleşme sürecindeki bir anomalinin sonucudur. Bunun için hayvanlar, günümüz insanlarından kültürel düzeyi daha yüksek canlılardır. Bir doğa yasasında anomalilerin ortaya çıkması, kendisi açısında anomali değil bir özelliği açısından anomalidir. İnsan da bir bütün olarak doğa yasası özelliğidir.
Tüm bunların içerisinde, bu yazıların ulaştığı noktalar insan aklının kutsallaştırılması, akla aşkın bir anlam atfedilmesi veya ona rasyonalist anlamda sonsuz bir güven duyulması olarak algılanmamalı yine ona karşı sonsuz bir değer, bir kurtarıcı rolü biçildiği sanılmamalıdır. Sanılması gereken insanın bütünsel varlığının sadece akla yönelebileceğidir. Bu yönelimin de iyi veya kötü olması gerekmez, yine varlığının kendisine kıldığı olması gereken koşullara uygun olması gerekmez, insanın duygusal belirlenimindeki zayıflığıyla aklın bir ilişkisi bulunamaz, hatta saf aklın yönelimi toplumsal varlığın oldukça kötü, istenmeyecek olarak sunduğu bir çerçevede de seyredebilir. Yine saf aklın seyri belirli doğa yasası özellikleri olmadan işleyemez ki zaten bu işlerliği kazandıran onun kendi kendini ifade edebilme yetisidir. Bunlar hareket, algı gibi özelliklerdir.
İnsan aklının insanı ne iyi ve güzel yola sevketme ne de aşkın olanı buldurma gibi işlevleri vardır. İnsanın saf aklının işlevi, insan varlığının insan olarak gelişiminin tamamlanmasını sağlamaktır. Bu gelişim ise zorunlu olarak insanları tek düzeye indirgeyecek ve tek tipleştirecektir. Yaşam içerisindeki dehşet ve yıkımlar toplumsal karakterlidir, belirlenimsel yönelimdedir ve aklın gelişimi iyi veya kötü bir çıkarım bulunmaya mahal vermeden bu seyri zayıflatacak bir yönelimdedir. Çünkü bu gelişim insanın belirlenimsel olandan uzaklaşması demektir. İnsan aklı ise genel olarak düşünce dünyasında üç şekilde çarpıtılır veya insan aklının çarpıtılması üç temel düzeye indirgenebilinir. Burada bir çok düşünce pratiği verildi ama tabiki hepsi örneklendirilemedi. Yer verilmeyen diğer düşünce yönelimleri de bu algoritma içerisinde tanımlanıp uygun olan düzeye indirgenebilinir.
1- Birinci Düzey, insan aklının tamamen devreden çıkarılması şeklinde ortaya çıkan ve onun yerine başka türden bir şeyin ikame edilmesi şeklinde gerçekleşen çarpıtma düzeyidir. Bu düzey insanın akıl kullanımının oldukça sınırlı olduğu ilk düzlemlerde daha çok gerçekleşir. Örneğin, doğa olaylarının kaynağının akıl ile yani doğa yasalarıyla değil de doğaüstü güçler ile açıklanmaya çalışılması bu düzeyi temsil eder. Bu düzeyde mistik bilgi ön plandadır ve felsefe içerisinde de mistik akımlar ile kendisini ifade eder. Bunun bir diğer formu da aklın yerine inancın geçirildiği Tertullianus gibi bazı patristikler tarafından ifade edilir. Bir diğer formu da aklın dışlanıp onun yerine deneyimin geçirildiği empirikler tarafından oluşturulur. Bu düzeyde doğa yasaları, doğaüstü güçlerle ikame edilmez, bunun için bu düzey aklın bir bütün olarak çarpıtılması değil sadece saf aklın çarpıtılması şeklinde gerçekleşir. Yine aynı şekilde akıl yerine sezgi vb. gibi başka türden bir yönelimle yapılan gerçeklik açıklama çalışmaları ve toplumsal belirlenimlerde duygulanımların akla yaptığı baskılar sonucu oluşan çarpıklık birinci düzeyden bir çarpıtmadır.
Gottfried Leibniz |
2- İkinci Düzey, insan aklının devreden çıkarılmayıp aksine ona aşkın bir anlam yüklenmesi ve onun Tanrısallaştırılması, doğa yasalarının dışına atılması şeklinde gerçekleşen ve akla yönelik en yoğun çarpıtmaların gerçekleştiği düzeydir. Bu düzeyin en tipik örneği rasyonalist ve akılcı düşünürlerin yaptığı çarpıtmalardır. Hatta akılcı düşünürlerin yaptığı çarpıtmalar deneyimcilere oranla insan aklını daha çok bulanıklaştırır ve gerçeği körleştirir. İnsan aklının sınırları ihlal edilir, onun gücünün ulaşamayacağı alanlara yönelik akıl aracılığıyla çıkarımlarda bulunulmaya çalışılınır ki bu çıkarımların kaynağı hiçbir zaman saf akıl da olamaz ve metafiziksel spekülasyondan da başka bir şey de yapılamaz. Leibniz'in monadolojisi ve Tanrı'nın mevcut evreni varolan koşullar içerisinden en iyisi ve en mükemmeli olacak şekilde yarattığı ile ilgili görüşleri bunun en çarpıcı örneğidir. İkinci düzeyin bir diğer formu da, imanın akıl aracılığıyla açıklanmaya çalışılmasıdır. Gerçekten de en tuhaf ve gülünç olanı budur. Bu yönelimlerin, toplumun rahatsız yapılarının gerçekliğe uydurma çalışmalarına denk düştüğü görülürse, böyle bir hastalıklı düşüncenin nasıl ortaya çıktığı da anlaşılabilinir. Bu yönelimlerin, Ortaçağ'ın skolastik rasyonalistlerinde ve Doğu toplumlarının Aristotalesçiliği kendi toplumlarına uydurma çalışmalarında yoğun şekilde karşılaşılmasına şaşmamalı. Ayrıca, skolastik rasyonalistlerin bu yönelimleri doğa yasalarını akıldan tamamen dışlayacağından, yani gerçekliği doğaüstü bir alanla açıklanmaya çalışılacağından birinci düzeyi de içerebildiği göz önünde bulundurulabilinir. Ancak modernist rasyonalistlerde böyle bir yönelim oldukça nadirdir. Çünkü ikisi arasındaki bu ayrım, akla yapmış oldukları ayrımlardan ortaya çıkan Tanrı anlayışlarındaki farklılıklardan kaynaklanır ki modernist rasyonalistlerin Tanrı anlayışı evrenin yasalarını dolayısıyla aklı da yaratıp müdahale etmeyen, bu yüzden de akla yönelik açıklamaların önünü açan bir Tanrı anlayışıdır. Bu yüzden de modernist rasyonalistlerde birinci düzeyden bir çarpıtma oluşmaz. İkinci düzeyin bir diğer formu da Platoncu felsefede olduğu gibi aklın idealleştirilmesiyle ortaya çıkar. Ondan farklı bir idealist kimlikte olan Berkeley gibi gerçekliği bilişsel bir algıya indirgeyen düşünceler görüleceği gibi ikinci düzeye değil birinci düzeyden bir çarpıtmaya girer. Bu düzeyin bir diğer çarpıcı örneği ise kuşkucu düşünürlerin akla yönelik yaptığı çarpıtmalardır ki bu düşünürler aklı kavrayış yönü itibariyle birinci, ikinci hatta üçüncü düzeye yönelik parçalar içerir. Kuşkucuların tarihdeki bütün görüşlerin yanlışlanabildiği veya geçersiz kaldığı ile ilgili görüşleri saf aklı pratik akla indirgemek yönünden üçüncü, objenin algıya yönelik olduğu yani görelilikle ilgili argümanları aklı belirlenimlere indirgeme yönünden birinci, ilk ilkelere ulaşmanın mümkün olmadığı ve sonsuza doğru geriye gidiş olacağına yönelik görüşleri de bilgiye aşkın bir anlam yüklemek bakımından ikinci düzeyden bir çarpıtmadır.
3- Üçüncü Düzey Çarpıtma ise saf aklı pratik akla indirgeme yönelimiyle ortaya çıkar. Öncelikle belirtilmelidir ki skolastik rasyonalistler bu düzeyden bir çarpıtma göstermezler çünkü saf akıl pratik bir konuma indirgenmez aksine pratik akıl saf akla yönlendirilmeye çalışılınır. Bu yüzden skolastik rasyonalistlerin akla yönelik ikinci düzeyden çarpıtmaları birinci düzeyi de içermesine rağmen, üçüncü düzeyi içermezler. Öncelikle modernizm ve onun ürettiği düşünce akımları üçüncü düzey çarpıtmaların en tipik örnekleridir. Liberalizmin ekonomik ve toplumsal söylemleri üçüncü düzeyden bir çarpıtmadır. Yine liberalizmin üretmiş olduğu faydacı ahlak anlayışı, günümüzde belirgin bir şekilde kendini gösteren ayrıcalıklı bir sınıfın ihtiyaçlarına göre tekelleşen bilim çalışmaları ki burada bilimin ekonomiye indirgenmesinden söz edilebilinir bu düzeyden bir çarpıtmadır. Özellikle başta Thomas Hobbes gibi sözleşmeci teorisyenlerin doğa yasalarını pratik alanlara indirgeyen görüşlerinin bir bölümü ki bu görüşlerin diğer bölümleri onları belirlenimsel alanlara da indirger, bu yönüyle farklılaşır ama genel olarak bireysel duygulanım alanlarına indirgenen akıl muhakkak pratik akla yöneleceğinden buradaki çarpıtmada akıl tamamen devre dışında kalmaz ve bunun için bu yönelim genel olarak üçüncü düzeye indirgenebilinir. Aslında modernizm ve sonrası içerisinde yeterli bir düzeyde saf-pratik akıl ayrımı yapmayan her düşünce yönelimi, zorunlu olarak ya onu aşkın bir alana ya da pratik olgulara indirgeyerek bir çarpıtma ile sonuçlanır. Modernizm içerisinde olmayan Aristotalesçi mantık ve tasım yöntemleri gerçekliği dilsel ve gramatik formlara indirgemesi yönünden üçüncü düzeyden bir çarpıtmaya girer. Nitekim burada gerçeklik pratik aklın bir yönelimi olan dilsel alana indirgenir ve olguların kendi özleri ihmal edilir. Gerçeklik üzerinden yapılan psikolojik açıklamaların tümü, ya onu pratik ve bireysel ya da toplumsal duygulanım alanlarına indirgeyeceğinden birinci ve üçüncü düzeyden bir çarpıtmadır. Sadece bireysel belirlenimlere yönelen psikolojinin düşünce akımları bu yönüyle birinci çarpıtmayı içermez, çünkü bireysel belirlenim toplumsal duygulanıma değil pratik akla yöneleceğinden akıl tümden devre dışında kalmayacaktır. Ayrıca psikoloji ve yaklaşımları insanı toplumsal bir varlık olarak alma ön kabulünde bulunacağından, bu yüzden de aklı tümden dışlama eğilimi olduğundan birinci düzeyi de içerebilir. Bu yüzden bireysel bilince odaklanmayan toplumsal bilince yönelen psikolojik yaklaşımların birinci çarpıtma düzeyini de içerdiği kabul edilir. Bu yüzden psikanalizin sadece üçüncü türden bir çarpıtma olduğu söylenebilinir. Eğer çarpıtma düzlemlerinde bir düşünce pratiği, septisizm gibi üç çarpıtma düzeyini de içeriyorsa bir tür zorunlu anomalidir ve gelişimde hiçbir katkı ve önem arz etmez. Diğer çarpıtma düzeyleri de bir tür anomali olsa da zorunlu değildir, çünkü gelişim sürecine katkı verebilir. Bu yüzden bunlar insan aklının gelişiminde yani gelişim olgusunun kendisinde doğal seyir olarak kabul edilebilinir. Bir çarpıtma düzlemi septisizm gibi üç düzeyi de içeriyorsa zorunlu anomali, rasyonalist skolastikler veya psikolojinin bazı yaklaşımları gibi iki düzlemle sınırlıysa baskın anomali, modernist rasyonalistler veya ilk insan topluluklarının kültürleri gibi tek bir düzlemle sınırlıysa esnek anomalidir. David Hume ve takipçileri gibi deneyimci düşünürler epistemolojilerinde deneyimin pratik akılla ilişkisini ihmal ederler. Deneyim zorunlu olarak pratik akla yöneleceğinden ve onun anlam kazanabilmesi sadece saf aklın varlığıyla açıklanabilineceğini ihmal etmeleri nedeniyle epistemolojik olarak sadece birinci düzeyden bir çarpıtmayken genel olarak deneyimci düşünürler epistemolojilerinden çıkıp topluma yöneldiklerinde aklı pratik alana indirgeyerek üçüncü düzeyden çarpıtmaya da yönelir ve esnek anomaliden çıkıp baskın anomaliye geçerler.
Üçlü çarpıtma düzlemlerinin kendi içerisinde stabil bir düzende seyretmesi gibi bir zorunluluğu yoktur. Yapısal farklılıklar görülebilinir. Çünkü aynı insan aklının gelişimi gibi burada da zorunluluk, stabilite ve belirlenmişlik olgunun bütününde yani saf akla yönelimdedir.
Bu üç düzlemde çarpıtma seyirleri, kendi içerisinde sonuç itibariyle zorunlu ve doğrusal bir gelişme göstermektedir. Bu aklın tamamen devre dışında kaldığı olgulardan, onun işe koşulmaya başladığı düşünce yönelimlerine doğru doğal bir devinimdir. İnsanın kendini gerçekleştirmesine giden yolun doğal bir seyridir.
3- Üçüncü Düzey Çarpıtma ise saf aklı pratik akla indirgeme yönelimiyle ortaya çıkar. Öncelikle belirtilmelidir ki skolastik rasyonalistler bu düzeyden bir çarpıtma göstermezler çünkü saf akıl pratik bir konuma indirgenmez aksine pratik akıl saf akla yönlendirilmeye çalışılınır. Bu yüzden skolastik rasyonalistlerin akla yönelik ikinci düzeyden çarpıtmaları birinci düzeyi de içermesine rağmen, üçüncü düzeyi içermezler. Öncelikle modernizm ve onun ürettiği düşünce akımları üçüncü düzey çarpıtmaların en tipik örnekleridir. Liberalizmin ekonomik ve toplumsal söylemleri üçüncü düzeyden bir çarpıtmadır. Yine liberalizmin üretmiş olduğu faydacı ahlak anlayışı, günümüzde belirgin bir şekilde kendini gösteren ayrıcalıklı bir sınıfın ihtiyaçlarına göre tekelleşen bilim çalışmaları ki burada bilimin ekonomiye indirgenmesinden söz edilebilinir bu düzeyden bir çarpıtmadır. Özellikle başta Thomas Hobbes gibi sözleşmeci teorisyenlerin doğa yasalarını pratik alanlara indirgeyen görüşlerinin bir bölümü ki bu görüşlerin diğer bölümleri onları belirlenimsel alanlara da indirger, bu yönüyle farklılaşır ama genel olarak bireysel duygulanım alanlarına indirgenen akıl muhakkak pratik akla yöneleceğinden buradaki çarpıtmada akıl tamamen devre dışında kalmaz ve bunun için bu yönelim genel olarak üçüncü düzeye indirgenebilinir. Aslında modernizm ve sonrası içerisinde yeterli bir düzeyde saf-pratik akıl ayrımı yapmayan her düşünce yönelimi, zorunlu olarak ya onu aşkın bir alana ya da pratik olgulara indirgeyerek bir çarpıtma ile sonuçlanır. Modernizm içerisinde olmayan Aristotalesçi mantık ve tasım yöntemleri gerçekliği dilsel ve gramatik formlara indirgemesi yönünden üçüncü düzeyden bir çarpıtmaya girer. Nitekim burada gerçeklik pratik aklın bir yönelimi olan dilsel alana indirgenir ve olguların kendi özleri ihmal edilir. Gerçeklik üzerinden yapılan psikolojik açıklamaların tümü, ya onu pratik ve bireysel ya da toplumsal duygulanım alanlarına indirgeyeceğinden birinci ve üçüncü düzeyden bir çarpıtmadır. Sadece bireysel belirlenimlere yönelen psikolojinin düşünce akımları bu yönüyle birinci çarpıtmayı içermez, çünkü bireysel belirlenim toplumsal duygulanıma değil pratik akla yöneleceğinden akıl tümden devre dışında kalmayacaktır. Ayrıca psikoloji ve yaklaşımları insanı toplumsal bir varlık olarak alma ön kabulünde bulunacağından, bu yüzden de aklı tümden dışlama eğilimi olduğundan birinci düzeyi de içerebilir. Bu yüzden bireysel bilince odaklanmayan toplumsal bilince yönelen psikolojik yaklaşımların birinci çarpıtma düzeyini de içerdiği kabul edilir. Bu yüzden psikanalizin sadece üçüncü türden bir çarpıtma olduğu söylenebilinir. Eğer çarpıtma düzlemlerinde bir düşünce pratiği, septisizm gibi üç çarpıtma düzeyini de içeriyorsa bir tür zorunlu anomalidir ve gelişimde hiçbir katkı ve önem arz etmez. Diğer çarpıtma düzeyleri de bir tür anomali olsa da zorunlu değildir, çünkü gelişim sürecine katkı verebilir. Bu yüzden bunlar insan aklının gelişiminde yani gelişim olgusunun kendisinde doğal seyir olarak kabul edilebilinir. Bir çarpıtma düzlemi septisizm gibi üç düzeyi de içeriyorsa zorunlu anomali, rasyonalist skolastikler veya psikolojinin bazı yaklaşımları gibi iki düzlemle sınırlıysa baskın anomali, modernist rasyonalistler veya ilk insan topluluklarının kültürleri gibi tek bir düzlemle sınırlıysa esnek anomalidir. David Hume ve takipçileri gibi deneyimci düşünürler epistemolojilerinde deneyimin pratik akılla ilişkisini ihmal ederler. Deneyim zorunlu olarak pratik akla yöneleceğinden ve onun anlam kazanabilmesi sadece saf aklın varlığıyla açıklanabilineceğini ihmal etmeleri nedeniyle epistemolojik olarak sadece birinci düzeyden bir çarpıtmayken genel olarak deneyimci düşünürler epistemolojilerinden çıkıp topluma yöneldiklerinde aklı pratik alana indirgeyerek üçüncü düzeyden çarpıtmaya da yönelir ve esnek anomaliden çıkıp baskın anomaliye geçerler.
Üçlü çarpıtma düzlemlerinin kendi içerisinde stabil bir düzende seyretmesi gibi bir zorunluluğu yoktur. Yapısal farklılıklar görülebilinir. Çünkü aynı insan aklının gelişimi gibi burada da zorunluluk, stabilite ve belirlenmişlik olgunun bütününde yani saf akla yönelimdedir.
Bu üç düzlemde çarpıtma seyirleri, kendi içerisinde sonuç itibariyle zorunlu ve doğrusal bir gelişme göstermektedir. Bu aklın tamamen devre dışında kaldığı olgulardan, onun işe koşulmaya başladığı düşünce yönelimlerine doğru doğal bir devinimdir. İnsanın kendini gerçekleştirmesine giden yolun doğal bir seyridir.