24 Temmuz 2017 Pazartesi

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine VIII


Belirlenim Yasaları Öncesinde Birtakım Açıklamalar  I
                                                  
Dünya üzerinde hiçbir canlı türü insan kadar birbirinden farklı özellikler gösteremez. İnsan türü kendi içerisinde en canileri, katilleri, bencilleri ve yardımseverleri, yapıcıları, cömertleri bir arada barındırabilen tek türdür. Bu farklılık sadece moral diye ifade edilen bir düzlemde de gerçekleşmez. Bu farklılıklar çok farklı yaşayışları ve hayat akışlarını bir arada barındırır. Özgürlüğü için hayatını feda etmeye hazır olanlar ile onu kendi eliyle isteyerek başkasına teslim edenler aynı tür içerisindedir. Hayatını doğayı ve yaşamı anlamaya çalışmaya adayanlar ile sadece kendi duygusal arzularını tatmin etme peşinde olanlar ve bu iki zıt durum için aynı şeyi yani hayatını riske atmaya hazır olanlar aynı tür içerisindedir. Düşünmeyi unutanlar, aklını sadece pratik yaşama yöneltenler, aklını tamamen baskılayıp sadece inançları doğrultusunda hareket edenler, birçok bilimsel buluşa imza atanlar, kendilerine farklı dünyalar yaratıp onun içerisinde yaşayanlar hep aynı tür içerisindedir. Penisilini keşfedip sayısızca insanın hayatını kurtaran Alexander Fleming ile birçok yerde farklı şekillerde farklı gerekçelerle sayısızca insanı öldürenler hep aynı türün içerisindedir. Hepsi birer insandır.

Peki aynı türün içerisinde bu kadar farklılık nasıl mümkün olabilir? Bu insan için doğal bir düzlemde kabul edilebilir bir durum değildir. Yani insanlar doğası gereği bu farklılıkları gösteremez. Çünkü insanın doğası saf aklının doğasıdır. Oysa bu farklılaşma etkilinimleri saf aklının bir gösterim sonuçları olamaz. Çünkü saf aklın yönü sabit kalmak zorundadır. Ayrıca saf akıl içerisinde bir devinim olması da beklenemez. Devinimler pratik akıl içerisinde gerçekleşir. Ancak bu pratik akıl içerisinde de mümkün olmayacaktır. Çünkü pratik akıl tek yönlü devinmek zorundadır. Bunun sebebi, onun saf aklın bir formu olmasındandır. Yönünün sadece ona doğru hareket ediyor olmasındandır. Ancak bunun kaynağı pratik akıl olmasa da, pratik aklın etkilenim içerisinde farklılaşmalar doğurduğu açıktır. Bunu şöyle bir örnek ile açıklamaya çalışayım. Biri, diğerinden teknoloji yani pratik akıl yönünden daha gelişmiş iki toplum olsun. Gelişmiş toplum, diğer toplum üzerinde pratik ihtiyaçları doğrultusunda egemenlik kurabilir. Gelecekte kendisi için bir tehtid olabileceğini düşünerek onu tamamen yok etmek isteyebilir. Veya pratik olarak kendisi için daha olumlu olacağını düşünerek onu sömürgeleştirebilir. Bunların hepsinin içerisinde pratik aklın etkilenimleri de yatar. Ancak iki toplumun aynı pratik akıl seviyesinde olmadığı açıktır. Bu etkilenim farklılaşmalarının kendisi zaten pratik aklın içerisindeki devinim dengesizliğidir. Çünkü zaten bu devinim dengesizliği olmasaydı o iki farklı toplum düzeyi de oluşamayacaktı. Çünkü pratik akıl sadece toplum içerisinde işlem yapar. İnsanlar bağımsız olduğunu iddia etse de kaynağı toplumsaldır. Bunun için pratik akıl içerisindeki her eylemin toplumsal bir yönü muhakkak vardır. Ancak bu devinim dengesiz de olsa tek yönlü gideceği yani sapmalar olamayacağı için farklılaşma düzlemlerinin kaynağı da olamayacaktır. İlk bakışta pratik akılda gibi görünen bu farklılaşma düzlemi, pratik aklın kendi içerisinde değil onun farklı düzlemlerindeki ivmelenmesindedir. Yani olgunun özünde değil, içselinde değil dışsalındadır. Bu dışsallığı etkileyen ise başka bir şey vardır. Bu devinim dengesizliğinin de sonucu olan bir şey. O iki toplumun farklı iki seviyede olmasına neden olan bir şey. Kendi özünde olan ve bu devinimi etkileyen bir şey. İşte ben buna duygusal belirlenim diyeceğim. İnsanları bu farklılaştıran etkilenimlerine de genel olarak belirlenim yasaları diyeceğim.

Belirlenim yasaları derken, oradaki '' yasa '' kavramı doğa yasalarındaki '' yasa'' kavramıyla eşdeğer değil. Daha sonra yasalar ve yasa görünümlü olanlar diye bir ayrıma gideceğim. Belirlenimdekiler birer yasa görünümlü olanlardır. Bunun böyle olmasının nedeni, insan aklının etkileniminin dışında kalması ve ayrı bir doğa yasası özelliği göstermemesidir. Yani, hem saf aklın bir parçası değilken hem de onun dışında dayandığı bir doğa yasasının olmamasıdır. Bir özellik durumunda dahi olmamasıdır. Ancak oraya kadar; hakikatin anlatılmasının tek aracının dil ve onun kavramlarının olmadığını, aklın kavramasının dilin çok ötesinde bir anlamı olduğunu düşündüğüm için kolaylık olması bakımından ikisi için  de aynı tabiri kullanıyorum.

Saf akıl hiçbir şekilde belirlenimde bulunmaz. Bu etkilenimden muaftır. Bunun yansımaları, görgül dünya üzerinde pratik hayatta çokça görülür. İnsanın fizyolojik yapısı, duygusal dünyaları belirlenim yasalarının etkisi altındadır. Bunun örnekleri yaşam içinde sıkça tekrarlanır. Bütün insanlar bu iki yönelimde farklı gelişim düzeylerinde seyrederler. Farklı aralıklar ile gelişirler. Bu iki farklı ve kendi içerisinde de farklılaşan gelişim seyri, sadece farklı coğrafyalarda veya farklı zamanlarda değil aynı etkilenimdeki insanlarda dahi farklılık gösterir. Hatta aynı aile bireylerindeki üyelerde dahi. Ancak saf akıl böyle bir belirlenimden uzaktır. Bütün insanların mantıksal ve matematiksel gelişimleri aynı seyirde gitmek zorundadır. Bu gelişim farklılaşmaz ve hemen hemen aynı aralıklarda gelişir. Ancak insanların yine de farklı seviyelerde olduğunu görürsünüz. Çünkü pratik akıl belirlenimde bulunur.  Farklı baskı etkilenimlerinde bulunur. Doğrudan olmasa da dolaylı olarak böylece saf akıl baskılanmış olur. Çünkü pratik akıl bir doğa yasası değildir. Doğa yasası olan bir şey zaten belirlenimde bulunmaz. Daha önce belirttiğim gibi, çünkü pratik akıl bir doğa yasası özelliğidir. Onun kendisi değildir. Benim buradaki bahsettiğim özellik, deneysel ve görgül bir anlamdaki özellik değildir. Olgudan tamamen bağımsız bir anlamdadır ve deneysel hiçbir tarafı yoktur. Bir elmanın çekirdekli ve kabuklu olması, metalin ısıtıldığında genleşmesi türünden bir özellik değildir. Ayrıca doğa yasası özelliği, artık bir doğa yasasının özünü barındıran bir parçası dahi değildir. Onun işlemindeki bir araca dönüşmüştür sadece. Yasanın artık bir parçası olmayan özelliğidir. Eğer öyle olmasaydı saf akla deneysel bir anlamda ulaşmak mümkün olabilirdi. Ancak deneyimin kaynağı olan algılar dahi kendisi bir özelliktir. Bunun için belirlenim etkilenimindedirler. Bir şeyin belirlenim etkileniminde bulunması demek, aynı zamanda artık onun kendi nesnesinden ayrılması demektir. Olgular ve artık onların özellikleri farklı iki yapıdır. Özellikler ve belirlenimdekiler de. Özelliklerin kaynağı doğa yasaları olsa da, artık onlar farklı tür yasaların belirlenimindedirler. Görgül Dünya içerisine giren saf akıl kendi kendisi üzerine doğrudan etkilenimde bulunamaz. Eğer böyle bir durumu var olabilseydi, zaten insanların toplumsal inşasının olabilmesi beklenemezdi. Saf akıl belirlenimde değil ama etkilenimde bulunur ve bu tek yönlüdür. Bunun için felsefe tarihinde, bilgi üzerine bir çok saplantılı görüşler ortaya çıkmıştır. Ne saf aklın ne de bilginin tarihselliğinden söz edilebilinir. Tarihsel olan şey belirlenimdir. Ama bu saplantılar yüzünden fark edilemez. Birçok düşünür belirlenimleri etkilenimler ile karıştırır, birçokları belirlenim yasalarını pratik akıl ile karıştırır, birçokları saf akıl ile pratik akıl arasındaki ayırımı fark edemez. Birçoklarının hayatı zaten o belirlenim içerisindedir ve bu gören gözleri dahi kör eder. Tarihsel bilinç, ortak bilinç denen şey de; kültürel miraslar da; toplumsal tarihsel her türlü inşa da belirlenimdir. Pratik aklın tarihselliğinden söz edilebilinir, ancak o ise varolan ama kendi etkileniminden uzak sadece uzamsal bir belirlenimsel tarihselliktir.

Özellikle kuşkucu tüm düşünürler belirlenimi görelilik sanarlar, saf ve pratik akıl ayrımı yapamazlar ve insan aklı için bilginin mümkün olamayacağını öne sürerler. Oysa insan öznesi denen şey pratik dünyada zaten kurulamaz. İnsan öznesi diye aktarılan şey insan belirlenimidir. Değişen, özne içerisinde yönelmez; belirlenim içinde yönelir. Kurulan şey özne değil belirlenimdeki bir değişkendir sadece. Öznenin varolduğu her yerde belirlenim de varolur. Bunun için, çokça bahsedilen örnekte olduğu gibi; aynı rüzgarın bir insana sıcak diğerine soğuk gelmesinin hiçbir anlamı yoktur. Çünkü ortada özne yoktur. Belirlenimler vardır. Kurulmaya çalışılan öznenin gerçek bir temeli olamayacağı için veya kurulan anlamı karşılayamayacağı için nesnenin dış görüntüsüne yönelir. Belirlenimdeki değişken ise sadece insan ile vardır. Bunun için belirlenim yasaları insan ile başlar ve insan ile biter. Bunun için nerde insan varsa orada belirlenim vardır ( - duygusal belirlenim dışında, çünkü saf akla ulaşan insan duygusal belirlenimde bulunmaz ). İnsan öznesi belirlenim yasaları içerisindedir. Bunun için saf akıl içerisinde herhangi bir özneden söz edilemez. Belirlenim yasalarının ortaya dökülmesinin temel nedeni ve gerekliliği insan aklını bütün tarihsellikten temizlemektir. Bunun için felsefeden insan öznesinin tüm özelliklerinin dışlanması gerekir. Benim için de bu felsefeden insan inşasını ve kalıplarını tüm kırıntılarına kadar atmaktır. İşte belirlenim yasalarının ortaya dökülmesi buna aracılık edecektir.

Bir düşünür hakikati aramaya koyulduğu andan itibaren insan olmayı bırakmak zorundadır. Üstündeki insan elbisesini çıkarıp bir kenara atmalıdır. Sanki bu Dünya'da hiç doğmamış ve burada hiç büyümemiş, buna karar verdiği anda birden kendini bu dünyada bulmuş olmalıdır. Hatta uzaydan yeni gelmiş bir uzaylı kaşif misyonunda dahi olmamalıdır. Çünkü hiç yaşamamış olmalıdır. Çünkü belirlenim yasaları bu dünyada insan öznesi için mümkün olsa da, öznenin varolduğu her yerde belirli farklı şekillerde var olabilir. Yoksa belirlenim yasaları asla belirlenemez. Çünkü kendisi o belirlenimin etkisinde kalacaktır. Tarih boyunca bir çok düşünür, bu gömleği çıkaramadıkları için toplum tarafından duygusal olarak belirlenirler. Onların yazılarını okurken kendilerini değil toplumsal inşalarını okursunuz. Hakikati değil duygusal gerekliliği görürsünüz. Çünkü artık konuşan kendileri değil belirlenimleridir.








7 Temmuz 2017 Cuma

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine VII


İnsanlar Dünya üzerinde tarih boyunca iki tür aşama içerisinde seyrederler ve bu aşamalar eş zamanlı olarak farklı ivmelerle, coğrafi olarak da farklı boyutlarla gerçekleşir. Bu iki farklı boyutun dil üzerinden sınıflaması, iki tür dil farkını da ortaya çıkarır. Bunlardan birincisi saf aklın dili diğeri de toplumsal yaşamın dilidir. Bu iki dil birbirinin ağzından hiçbir zaman konuşamaz ve Dünya üzerindeki hiçbir tercüman bu iki dili birbirine çeviremez. Çünkü, bu iki dil kendi içerisinde farklı iki dünyadır.

Bu ikisini de dil olarak özelliklendirilebilmemin sebebi de, onların doğru ve yanlış aktarım içerisinde bulunabilmesidir. Çünkü doğru ve yanlış sadece dilin bir özelliğidir. Saf aklın dili ise sadece belirli bir formasyona indirgenemez. Ama görünen örnekleri açık bir şekilde bellidir. Matematiğin dili belki de bunun en seçkin örneğidir. Bu onun özelliklerine bakılarak anlaşılabilinir. Çünkü saf aklın özellikleriyle örtüşür.  Her türlü deneyimden muaf olacağı için her türlü belirlenimden de muaftır. Bunun için her türlü ima ve ünlemden muaftır. Evrensel ve kesindir. Toplumsal bir dilde anlatı hiçbir zaman verilen değerle öz değer arasında eşitlik barındırmaz. Ancak matematiksel bir dil ile bu mümkündür. Toplumsal bir dil ile bir olgunun ispatlanmasının hiçbir zaman imkanı yoktur. Ancak matematiksel bir dil ile ispat mümkündür.

Bunun için mantık asla toplumsal bir dil ile ifade edilemez. Yani toplumsal bir dil mantıksal bir dile çevirilemez. Yapılır ise ispatlanamamazlık sorunu ortaya çıkar. Zaten kesin bilginin mümkün olmadığını iddia eden şüpheci yaklaşımların temel yanılgıları burada ortaya çıkar. Temel problem saf aklın dili ile, duygusal belirlenimin dili arasındaki ayrımı gözden kaçırmalarıdır. Dilin konumu sadece toplumsal bir inşa ile ele alınır ama bu yanılgı hiçbir zaman görülemez. Çünkü epistemolojilerinde duygusal bilgi, saf akla yönelen bilgi diye bir ayrım bulunmaz. Üstelik bilgi duyusal bir konuma indirgenir. Oysaki mantık  sadece matematiksel bir dil ile ifade edilebilinir. Buradaki temel hata ise toplumsal bir dili matematiksel bir dile çevirme çabasıdır. Oysa böyle bir çeviri yapılamaz. Buradaki yapılamazlığın anlamı, yapılsa dahi onun özdeş bir çeviri olamayacağı ile ilgilidir. Bunun için toplumsal bir dilin matematiksel bir sembolleştirmesi yapılamaz. Yani öncüllere p ve q gibi sembolleştirmeler vermek hiçbir zaman işe yaramaz. Çünkü oradaki ''p'' hiçbir zaman matematiğin dilindeki ''p'' olamaz. Çünkü oradaki ''p'' olgunun hiçbir zaman kendisine karşılık gelemeyecektir. Hiçbir tercüman bu iki dili birbirine çeviremez. Çünkü bu uyuşmazlık doğa yasalarının bir sonucudur. Mantıksal ilkeler olan özdeşlik, çelişmezlik gibi ilk ilkeler toplumsal bir dile hiçbir zaman aktarılamaz. Çünkü belirlenim altına girer ve anlam kazanır. Oysa bu ilkelerin belirli bir anlamı yoktur. Anlamı olan şey kendisidir. İnsan mantığı sadece matematiksel bir anlamda ifade edilebilinir. Çünkü ikisi de saf aklın konuşma dilidir. Bunun için bilgi, toplumsal bir dilde hatta toplum mefhumunun kıyısından hatta en ucundan uğramış bir halde bulunsa dahi mümkün değildir, ama saf akıl için mümkündür.

Buradaki anlatımı şöyle örneklendirelim. Dil üzerinden verilen bu durumda, her şey gibi dil de toplumsal bir belirlenim altında inşa ediliyorsa toplumsal bir dil, saf akıl üzerinden inşa ediliyorsa bir doğa yasası özelliği olacaktır. Özelliklerin bir doğa yasası olmadığını söylemiştim ve ikili bir ayrım yapmıştım. Örneğin saf akıl ve düşünmek demiştim. Buradaki saf akıl bir doğa yasasıdır, düşünmek ise onun bir özelliği. Göz bir doğa yasasıdır, görmek ise onun bir özelliği. Bu akıl mefhumunun kendisinde şöyle bir dönüşüme girer. Saf ve pratik akıl arasındaki ayrımla. Yani saf akıl doğa yasası iken pratik akıl onun bir özelliği yani, bir doğa yasası özelliği olacaktır. Bunu nereden anlıyoruz yine gösterdiğim özelliklere bakarak. Bu yüzden benim için bir şeyi bilmenin en iyi yolu Aristotales'in söylediği gibi onun nedenini bilmek değil, onun özelliğini bilmektir. Saf akıl bir doğa yasası olduğu için gösterdiği özellik onun bir belirlenim altına girmemesidir. Ama düşünmek bir belirlenim altına girebilir. Bunu aynı şekilde dile de uygulayabiliriz. Dil bir doğa yasası özelliği olduğu için belirlenim etkisi gösterebilir. Toplumsal bir dil inşası zaten saf aklın baskı altında tutulduğu bir alandır. Toplumsal bir dilin içerisindeki terimler, yüklemler dahi duygusal belirlenim altında kalacağı için özün kendisini hiçbir zaman veremeyecektir. Toplumsal bir inşa içerisindeki ağaç terimi, hiçbir zaman ağacın kendisi olmayacaktır. Eğer gerçekten, ağaç nesnesinin kendisi yani biricik özü anlatılamak isteniyorsa yapılması gereken, bütün ağaç formlarının matematiksel bir dil ile inşasıdır. Bu tür bir durumda zaten ağaç nesnesinin sosyal inşası ortadan kalkar. Ama toplumsal bir dilde gördüğümüz bazı sözcükler toplumsal bir inşa halinde bulunsa da özü saf aklın diline dayandığı için duygusal belirlenim etkisine girmez. Örneğin değil, bazı, bütün gibi sözcükler toplumsal bir inşa halinde bulunsa dahi belirlenmezler. Örneğin, ağaç terimi bir şiirde tema haline gelebilirken bu sözcükler gelemezler. Bunun sebebi saf aklın temel belirleyici olmasıdır ve bu sözcükler pratik bir hüviyete bürünür. Bunun da sebebi toplumsal inşada dahi saf aklın pratik akıl aracılığıyla varlığını sürdürebilmesidir. Bu yüzden sayılar gibi matematiksel dile ait olan şeyler toplum içerisinde inşa halinde bulunsalar dahi toplumsal çatışma etkenlerinden tamamen muaf kalırlar. Çünkü belirlenmezler. 

Zaten toplumsallaşan insanların insan olarak kalmalarını sağlayan şey de budur. Eğer saf akıl toplumsallaşan ilk insandan itibaren, en güçlü şekilde baskı altında kaldığı ilk anda dahi pratik akıl formuna geçemeseydi veya böyle bir gücü olmasaydı bizim şu an hayvanlardan farkımız olması beklenemezdi. Saf akıl yoğun baskı altında kaldığı toplum içerisinde kendisini pratik akıl aracılığıyla o da kendisini ekonomik süreçler ile bir şekilde devam ettirir.

İnsan bunun için iki yoldan birine girer. Bu iki yolun ara formlarında da bulunabilir. Ama temel olarak iki yol vardır. Birisi saf aklın diğeri de duygusal belirlenimin yoludur. Bu iki yolun karışan yan yollarında sonsuz sayıda denilebilecek kadar ara form vardır. Duygusal belirlenim altında kalan insanlık doğal olarak toplumu inşa eder. Ve bu inşa kaçınılmaz bir durumdur. Toplumsal inşa içerisinde doğa yasalarının özü değil onun dışa vurumu yani duygusal algısı seçilir. Bunun için algıları da temel olarak ikiye ayırmak gerekir. Çünkü algısal bir durum saf akla yönelebilir veya duygusal alanın belirlenimi altına girebilir. Saf aklın içerisinde duygusal belirlenimde bulunmaz.  Çünkü özü verir. Ancak böyle bir algı, zihin saf akla ulaşmadan ortaya çıkamaz. Temel olarak iki tür denilmişti ama pratik aklında bir algı göstergesi vardır ki saf aklın kendisi ortaya çıkmadan varlığını hissettirebilmesinin temel nedeni de budur. Saf akla ulaşmadan böyle bir algıda bulunulamayacağı için veya pratik akıl aracılığıyla sınırlı bir formda kalacağı için mutlak bilgiye duyular aracılığıyla ulaşılamaz. Sadece saf akıl formunda bilgi artırımı duyular aracılığıyla sağlanır.

İnsanın duygusal belirlenim yolunda dil aracılığıyla yapılan çözümlemede üçlü bir ayrım yapmıştım. Bunlardan birincisi birincil sembolleştirmeydi. Ve bu adım bir tür içselleştirme sürecidir. İkincil sembolleştirme ise bir tür dışsallaştırma sürecidir. İkinci adıma insan toplum içerisinde öğrenerek geçerken birinci adımda hazır olarak sunulanı alır. Örneğin, toplumsal bir inanç, ibadet tarzı, edebi bir destan birinci tür sembolleştirme iken; üyelerin bunu uygulayıp öğrenmesi ve aktarması ikinci tür sembolleştirmedir. Kadınların toplum içerisinde ikincil bir konumda bulunması, ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu olması birincil sembolleştirme iken; kız cocuklarının bebekler ile oynatılması, yemek ve ev hizmetlerini öğrenmesi ikinci tür sembolleştirmedir. Milliyet olgusu birinci tür sembolleştirme iken; üyelerin milli kimlik kazanma süreçleri ikinci tür sembolleştimedir. Evlilik kurumu birincil türden sembolleştirme iken; evlenmek ikinci tür sembolleştirmedir. Bu demek oluyor ki toplumsal iş bölümü birinci tür sembolleştirmedir. Emeğin yeniden üretimi ikinci tür sembolleştirmedir.

Toplumsallaşan insan toplum içerisinde yoğun duygusal belirlenimlerde tüm kişiliğini topluma devreder. Zaten kendi kişiliğini sergileyememesi aklının baskı altında kalmasının da bir sonucudur. Çünkü insan kişiliği saf aklından gelir. Kişilik, ahlak, erdem saf aklın uygulama formlarıdır. Toplum ve saf akıl gerilimi içerisindeki insanın durumu epistemolojik de bir çok sonuç doğurur. Ama gerçek bir epistemolojik çözümleme saf akla ulaşılamadan yapılamaz.