27 Eylül 2021 Pazartesi

Doğru ve Yanlış Kavramları Üzerine Kısa Bir İnceleme


İyi - kötü kavramları gibi doğru - yanlış* kavramları da doğanın kendisinde bulunmayıp, insanın pratik aklının çevresini subjektif bir şekilde yorumlamasıyla ortaya çıkmış yapılardır. Tüm düşünce tarihinde insanlar; gerçekliği doğruyla, hiçliği ise yanlışla karıştırırlar. Hatta matematiğin arı önermelerine dahi bu nitelikler yakıştırılır. Oysa matematiğin kesin doğruları denen şeyler birer gerçeklik, bunlara iç çelişkili olanlar ise birer hiçliktir. Peki hiçlik olan şeye yanlış, gerçek olan şeye doğru denince ne değişiyor?

Tıpkı varlık veya yokluk gibi, hiçlik olma durumu da bir yüklem değildir. Oysa mantıkta doğru veya yanlış diye tanımlanan şeyler birer ikincil yüklemdir. Yani doğru sanki; o şeyin bir niteliği gibi, onun kendisinin dışında bir özelliği gibi bir şey haline geliyor. Bu nedenle bir şeye doğru veya yanlış demek, o şeyin dışında bir özelliğe gerçeklik vermektir aslında. Oysa sadece varsayımlar bu türden bir statüye sahip olabilir ki, yine bunlar doğanın gerçekliğinin temsil edilebilmesi için oluşturulmuş subjektif yapıntılardır. Doğru ve yanlış kavramları sadece subjektif değerlerdir ki; bu nedenle ne arı mantıkta, ne matematiğin gerçekliğinde, ne de doğanın işleyişinde yer alamazlar. Oysa klasik doğru ve yanlış kavramları bu ayrımı içermiyor, çünkü dilin yapay yapısı yine arı mantığı gölgeliyor. Yani “2*2 = 4” gibi bir önermeye iç çelişkili olan her durumun klasik anlamda yanlış değil, birer hiçlik olduğu ve gerçekliğinin olmadığı görülemiyor. Bunların anlaşılması için; önce hiçliğin ne olduğu, onun anlaşılması için ise yokluğun ne olduğunun kavranması gerekiyor.

Bir örnekle anlatmak istediğim şeyi açıklamaya çalışayım. Bir mimarın bir yapı yapacağını düşünelim ve bunu tabi ki de matematiksel kurallara göre yapacaktır. Bu yapıyı hesaplarına göre yaptığında, ortaya belirli bir yapı çıkacaktır. İşte bu matematiksel bir gerçeklik durumudur. Mimarın hesaplarında belirli bir işlemde hata yaptığını düşünelim. O halde yapılacak yapı ilk halinden farklı olacak, belirli bir bozukluğu veya eğikliği olacak, belki de hemen yıkılacaktır. İşte bu yeni durum da matematiksel bir gerçekliktir. Bu yeni durumun da mimarın yaptığı hatadan farklı olarak aslında gerçek bir matematiksel tanımı, yani hesapları vardır. Mimarın böyle bir yanlış yaparak ulaştığı şey de aslında farklı bir matematiksel gerçeklik durumudur ki; mimar buna hiç yanlış yapmadan ulaşabilirdi, yani bunun doğru bir tanımı da vardı.

Yani doğru ve yanlış diye tanımlanan kavramların aslında gerçek bir tanımı yoktur ve kendi gerçeklikleri de yoktur. Doğada bu tipten hiçbir ikiliğe rastlanamaz. Doğru ve yanlış kavramları matematiksel değil; insanın pratik ihtiyaçlarına göre değişen, toplumsal dile ait yüzeysel kavramlardır. Eğer mimar; yanlış işlemle yaptığı mimari yapıyı talep farklı olsaydı, en başta doğru bir işlemle de aynısını yapabilirdi. Mimarın işlemde yaptığı hata; yani yanlış denen şeyin kendisinin ortaya çıkardığı sonucun, doğru bir işlemle ulaşılan farklı bir durumu mutlaka vardır. Çünkü, ortaya yine matematiksel bir gerçeklik durumu çıkmıştır. Ve bu durum tüm matematiksel işlemler için geçerlidir. Yeter ki sonuçta bir gerçeklik durumu ortaya çıksın.

Eğer yapılan hata fiziksel bir büyüklüğün hatalı bir biçimde ölçülmesi ise, bu duruma gayet yanlış bir ölçüm denilebilir. Burada ele almak istediğim, bu türden subjektif bir yanlışlık durumu değildir. Buradaki kavram objektif doğruluk ve yanlışlıktır. Yani yapılan işlemsel hatanın kendisinin ne olduğu durumudur. O yanlışı yapana göre ne olduğu durumu değil. Yani, mantıksal “0” ile “1” durumudur. Burada “0” durumuna bir olanaksızlık durumu, “1” durumuna da kesinlik durumu diyebiliriz. İşte burada artık hiçlik kavramı önem kazanıyor. Hiçlik kavramının ne olduğu ise, yokluk kavramıyla beraber düşünüldüğünde anlaşılır.

Yazılarımızda da belirttiğimiz gibi; yokluk, tüm olabilecek imkanların veya potansiyelerin toplamıdır.** Bu olanaklar ister aktüel olarak gerçekleşsin, isterse hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olsun. Yeter ki gerçekleşme olasılığı matematiksel ‘0’ değerine eşit olmasın. İşte bu olanakların bütünü gerçekliği oluşturur. Yani yokluk nihai gerçekliktir.*** Örneğin; “önümdeki masada vazo yoktur” dediğim zaman, sadece gerçekliğin istisnai bir durumundan bahsediyorum; yani vazonun yokluğundan. Yani belirli bir varoluş olanağından. Aslında yokluğun kendisinden değil, sadece varoluşun olabilecek bir durumundan bahsediyorum. Bu nedenle varoluş sadece olasılıksal bir anlamda, yani matematiksel bir anlamda düşünüldüğünde çelişkiye düşülmeden kavranabilinir.

Artık hiçliğin ne olduğu anlaşılabiliniyor. Hiçlik; gerçekleşme olasılığı olmayan, isterse tüm varoluş içerisinde hiçbir zaman aktüel olarak gerçekleşmemiş veya gerçekleşmesi düşünsel olarak tasavvur edilememiş olsun, yeter ki gerçekleşmesi saf mantığın ilkeleri açısından imkansız statüsünde bulunan iç çelişkili olma durumudur. Yani hiçlik, iki boyutlu bir evrende dört köşeli üçgen gibi bir şeydir. İşte insanların yanlış zannettiği şey budur.

Gerçekliği olmayan bir şeyin doğru ve yanlış gibi bir niteliği olamayacağı gibi, doğada bulunan gerçeklik olanaklarının bir olasılıksal değer olmasından dolayı, doğruluk ve yanlışlık niteliği olamaz. Çünkü; hiçbir zaman “0” ve “1” değerini alamazlar.**** Matematiksel gerçeklikleri ise, bu olanakların düzeni içerisinde ortaya çıkan nihai gerçekliğin yansımaları veya kuralları (yasaları) olarak düşünebiliriz. İşte insanların doğru zannetiği şeyler de bu tipten durumlardır. Sonuç olarak, bu matematiksel gerçeklikler zaten “1” değerinin kendisidir. Onların dışında “1” değeri yoktur. Bu nedenle kesin doğru değil, mutlak gerçekliklerdir.

Artık şimdi daha iyi ortaya çıkıyor ki, varoluş olasılıksal bir anlamda düşünüldüğünde anlaşılabilinir. Doğru ve yanlış kavramlarının bu nedenle objektif bir tanımı yapılamaz. Doğru ve yanlış kavramları subjektif olmak zorundadır. Bir önceki yazımda bahsettiğim Ayer’in “Bir varsayım kesin olarak doğrulanamaz ve kesin olarak çürütülemez” varsayımı, yani doğrulanabilirlik ilkesinin kendisinin metafiziksel bir ilke olması durumu ve bunun neden bir paradoks olarak görüldüğü ortaya çıkıyor. Buradaki sorunun yine dilsel mantığın arı mantığı gölgelemesi olduğu görülebiliyor. Önermedeki doğru ve yanlış kavramlarının tanımsız olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü anlaşılıyor ki, klasik mantıktaki doğru ve yanlış kavramlarının saf mantıkta yeri yoktur.

Doğru ve yanlış kavramının subjektif tanımı ise; herhangi bir düşünsel kanının, doğanın kendisindeki gerçekliği temsil edebilme derecesi veya olasılığıdır. Bu kavramların matematiksel (objektif) bir tanımı ise yoktur.

* Burada tartışılan doğru - yanlış kavramları ahlaki bir anlamda değil, mantıksal anlamda ele alınmıştır.

** Buradaki toplam matematiksel bir anlamda düşünülmemeli. Olanakların bütünü olarak düşünülmeli. Ayrıca yokluk kavramıyla ilgili daha fazla bilgi isteyenler, “Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine” adlı ana makalelerime bakabilirler.

*** İnsanlar bu nedenle yokluğu Tanrı zannederler.

**** Mantıksal olasılık anlamında “0” değeri imkansızlık durumunu ifade değer. Bir şey bu değeri sonsuz küçük bir noktada da olsa aşamadığı için hiçliktir. “0” değeri ile hiçlik farklı şeylerdir. Hiçliği kavramsal olarak ele aldığımız için tanımlayabildik. Ancak hiçlik olan şey tanımlanamaz. Buna karşın “0” değerinin bir tanımı vardır.