12 Haziran 2019 Çarşamba

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine XIV


VII

Bir şey varolduğu için değişmez, değiştiği için varolur.

Bir şeyin varolması demek, o şeyin değişiyor olması demektir. Aynı şekilde o şeyin eğer değişmeseydi, yokluk durumunda kalacağı da söylenebilinir. Örneğin; insan kendi benliğini sadece onun değişmesi sayesinde bilebilir. Ve sadece, onun değişmesi sayesinde onun farkına varabilir. Doğadaki herhangi bir şeyi de, ancak onun değişmesi sayesinde kavrayabilir. Bilimsel yasalar ancak değişen şeylerle ilgili olarak ortaya koyulabilinir. Değişmeyen şey bilinemez çünkü o, yokluğun kendisidir. Ancak yine de insanın onun farkına varamaması, onu bilememesi; onun varolmadığı anlamına gelmeyecektir. Çünkü, doğa yasalarının insanın aklından ibaret olduğu öne sürülemez. Doğanın bağımsız kendine ait bir gerçekliği vardır. Tıpkı tek başına ele alınırsa, aklın da kendine ait bir doğası ve gerçekliği olduğu gibi. Eğer öyle olmasaydı, doğa yasalarının dışına çıkılabilinmesi mümkün olabilirdi. Ancak bu imkansızdır. O halde insanın kendisi için kesin olarak söyleyebileceği bu durum, bütün varoluş alanları için nasıl öne sürülebilinir?

Bir şeyin bilinebilmesi için değişimden başka bir durumun da oluşması gerekir. Bir sabitin. O halde bir şeyin bilinmesi; o şeyin değişmesi ve bu değişimde bir sabitin tasarlanmasıyla gerçekleşir. Bilginin iki öğesi budur. Değişim ve bu değişimde oluşturulan bir sabit. Çünkü, dayanak noktası bir tanımdır ve böylece yokluğun dışında kalınabilinir. Değişimin kendisi tamamen bağımsız, gerçekliği insan aklının dışındayken; sabit tamamen insan aklına bağımlı, sonradan tasarlanmış, insan aklı dışında gerçekliği olmayan bir olgudur. Çünkü doğada hiçbir şekilde, kendi başına sabitlerden söz edilemez. Aynı şekilde durgunluktan da, stabiliteden de. Bu yüzden; doğa yasaları içerisinde mutlak anlamda bakılacaksa, 1 diye hiçbirşey yoktur. Ancak 1'ler vardır ve bunlar da sabit değil dinamiktir. Çünkü; daha önce de söylendiği gibi, değişim de tek bir tarzda anlaşılamaz. Bir şeyin kendisi değişmese de, ona doğru değişimler her zaman vardır. İnsanın saf aklı bir sabittir. Örneğin; bu sabitin kendisi değişmese de, ona doğru yönelen pratik akıl olarak bir değişim vardır. Bu sabit de tıpkı insan aklının koyduğu sabitler gibi, doğanın düzeninde anlaşılabilinir; onun dışında bir gerçeklik alanı bulamaz. Sabitler her şey için ve daha alt düzeylerde de tekrar tekrar kurulabilinir. Bu güne kadar kurulmuş belki de herkes tarafından en iyi bilinen sabit, Tanrı'dır. Bir sabit olmasının dışında, onun hiçbir anlamı yoktur ve her diğer anlam da bu durumdan çıkar. Ancak Tanrı dahi, değişimden muaf kalamaz. Tıpkı diğer sabitler gibi. Değişimden muaf kalmak demek, varlıktan muaf kalmak demektir. Değişimden muaf kalabilen şey Spinoza'nın da dediği gibi; kendi gücünü koruyabilen bir şeydir. Kendi gücünü koruyabilen bir şeyin, kendini varetme gücü de vardır. Ancak, böyle bir şey hiçbir şeyle etkileşime giremez. Hiçbir şey yaratamaz, ondan hiçbir şey taşamaz. Çünkü bunların hepsi etki gerektirir ki bu da, kaçınılmaz olarak değişimi gerektirir ya da iki farklı varlık anlamı çıkar ki; bu imkansızdır. Varlık tek bir anlamda ancak, bir çok derecededir. Doğa yasalarından farklı türden yasalar işlediğini hayal etmeye zihnimizi zorlasak dahi; bunların birer yasa olmaları nedeniyle bu ilke kaçınılmazdır ki, zaten gerçeklikte böyle bir şey tasarlanamaz. Bu nedenle bir şeyin varolması demek, o şeyin değişiyor olması demektir. Bir şey, mutlak etkileşimsiz olarak varlık düzeninde kalamaz. Varolan her şey belirli tarz ve ölçülerle, diğer varolanlarla etkileşime girmek zorundadır. Bu nedenle; insan sadece değişen bir şeyi bilebiliyorsa, onun bilemediği değişmeyen bir şeyin varolabileceği öne sürülemez. Aynı şekilde; doğa yasaları içerisinde insanın bilemeyeceği bir şeyin olabileceği de. Çünkü bu; bilgi yasası ile ilgili değil, doğanın varoluş yasası ile ilgilidir. O halde varlık olmak, mutlak olarak değişmektir. Değişmeyen bir şeyin varolabilmesi, varoluşla bir çelişkidir. Tıpkı saf aklın kendisi bir sabit olup ancak; pratik aklın ona yönelik devinimiyle değişip varoluş alanına çıkabildiği gibi.

Yokluk mutlak sabittir ve varoluşun dayanak noktasıdır. Ancak, varoluşun yaratıcısı veya nedeninin yokluk olması imkansızdır. Tıpkı matematiksel sabit noktaların sadece bir dayanak noktası olması, elde edilen yeni verilerin yaratıcısı veya nedeni olamaması gibi. Bir şeyin varoluşu, onun yokluğunun potansiyelini gerektirir. Ancak onun yokluğunun kendisini değil. O halde, yokluktan hiçbir şey oluşamaz. Ondan hiçbir şey varlık alanına çıkamaz. Yokluk bir neden olamaz.

Aynı zamanda varoluşun bir başlangıç noktasının olması imkansızdır. Birinci gerekçe; yukarda açıklandığı gibi varoluşta mutlak bir sabit yoktur. İkinci gerekçe; bir başlangıç yoklukta öncelik ve sonralık gerektirir ki, böyle bir şey mantık açısından imkansızdır. Yani, öncelik ve sonralık varlık alanıyla ilgilidir ve varlık alanının dışında bir öncelik ve sonralık düşünülemez. Üçüncü gerekçe; varoluşun bir başlangıcı olması yokluktan bir şeyin oluştuğu anlamına gelir ki, bu imkansızdır. Özetlemek gerekirse; yokluk ile varlık alanında bir ilişki ve etkileşim imkansızdır. Aynı şekilde; varoluşun bir başlangıcı olmadığı gibi, sonu da düşünülemez. Ancak tüm varoluş son radde de asli olana, yani yokluğa dayanır. Doğadaki enerjinin onu dengeleyen yokluk potansiyeli her zaman vardır ve bu potansiyel hiçbir zaman varlığı yutan tam bir yokluk olamaz. Bu nedenle; 0'a hiçbir zaman ulaşılamaz. Ancak 0 da; 1 gibi mutlak bir sabit olmasa da, göreli bir sabittir ve onun kendi gerçekliği vardır. 0, yokluğun varoluş alanındaki bir temsilcisidir yalnızca. Bu nedenle, varoluş hiçbir zaman mutlak olarak tamamen tükenemez. Ancak hep bir tükeniş sürecindedir. 0'a ulaşamasa da, hep bir tükeniş içerisindedir. Çünkü, varoluş istisnai bir olasılık alanıdır. Devinimde olasılık her zaman azalan bir fonksiyondur. Bunun nedeni de; evrenin yani varoluşun stabil değil, dinamik olmasıdır. Bu nedenle varolan hiçbir şeyin özü, kendi varlığını tamamen kapsayamaz. Özü varlığını oluşturan şeyin mutlak olarak etkileşimsiz kalması gerekir ki; yukarda açıklandığı gibi, varoluşta bu türden bir sabit imkansızdır.

Açıklama 1

Antik Yunan döneminden büyük düşünür Herakleitos evreni akış halinde tasarlamış ve onun en temel yasasının da değişim olduğunu savunmuştur. Ona göre değişim ise, zıtlıklar ile gerçekleşir ve varoluşun temelinde karşıtlıkların birliği ve etkileşimi vardır. Örneğin; barışa anlamını veren savaş, savaşa anlamını veren barıştır. Ancak söylenmesi gerekiyor ki; belirlenim alanı içerisinde gerçekleşen bu durum, doğa yasaları içerisinde anlamsızdır. Doğa yasalarının tek bir anlamı vardır ve onların işleyebilmesi karşıtlık kurmalarını gerektirmez. Ancak duygulanımlar, sadece karşıtlıkları üzerinden varolabilirler. Örneğin doğada; ne sevginin bir anlamı vardır, ne de nefretin. Ancak sevgi duygusunun varolabilmesi için, nefret duygusunun varolması şarttır. Zaten duygulanımlar insan dışında bir varlık alanına sahip değildir. Bu türden bir yaklaşım daha önceden açıklamış olduğum; saf aklın pratik akla indirgenmesi türünden bir çarpıtmadır. Doğa yasaları içerisinde değişim tek yönlü kabul edilemez. Değişim de dinamik bir süreçtir. Ayrıca; değişim de bir çok farklı derece ile gerçekleşebilir. Örneğin; bir doğa yasası olan saf aklın kendisi değişmez. Onun değişimleri, pratik aklın ona devinimleri ile açıklanır. Örneğin insan için; duygulanım formları arasındaki değişimlerin, saf akıl açısından aynı ölçüde olması düşünülemez. Ayrıca doğa yasaları gerçek devinim olan, doğrusal yönde devinirler. Dairesel bir devinim, burada geçersizdir. Pratik aklın saf akla devinimi sonlu bir devinimken; yukarda açıklandığı gibi, varoluşun mutlak devinimi sonsuz bir yönelim ve tükeniştir. 

Herakleitos aynı zamanda; tüm değişimlerin ardında değişmeyen bir yasa ve logos ilkesi benimsemiştir. Buna göre; değişimin kendisi bir sabit yasadır. Ancak; bu türden bir sabitin varoluş alanındaki imkansızlığı belirtilmişti. Bu; mutlak sabit bir varlık yasası değil, yokluğun kendisidir. Buradaki hatalı yaklaşım, dildeki mantıksal anlatım bozukluklarından ileri gelmektedir. Değişmeyi tanımlayan değişmezlik ilkesi mantıksal olarak imkansız olduğu gibi, böyle bir ilkeye de yine devinimler ve etkilenimler olacaktır. Bu ilkeden bu yüzden anlaşılması gereken; değişimi kuran sabit ölçülerin varlığıdır. Ancak devinim çok yönlü olacağından, bu ölçüyü sağlayan ilkeler belirli ilkelere göre yine değişecek ve bunları değiştiren ilkeler de yine etkileşime uğrayacaktır. Bu yüzden; doğa ya da varlık alanında mutlak anlamda değişmez hiçbir şey bulunamaz. Ancak bu, doğada doğa üstü bir şeyin bulunabileceği anlamına gelmez. Saf aklın mutlak olduğu, pratik akıl açısından konuşulursa burada yine geçerli olacaktır. Ancak, asli tek ilke olan yokluk açısından konuşulduğunda da geçersiz.

Açıklama 2

Yokluk ile hiçlik çoğu zaman karıştırılabilinir. Aslında hiçlik; dildeki bir uydurmadan, anlam verme arayışı sonucu oluşturulan bir kavramdan başka bir şey değildir. Bu yüzden; hiçlik diye bir şeyden söz ediliniyorsa, onun imkansızlık kavramı için kullanılması gerekir. Oysa yokluk bir gerçekliktir. Tıpkı varlığın da bir gerçeklik olduğu gibi. Varolan her şeyin yokluğundan söz edilebilinir. Ancak hiçlik; 2x2=5 gibi bir şeydir. Bu yokluk değil, bir hiçliktir.