1 Haziran 2017 Perşembe

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine VI


Doğa yasalarına ulaşmak için saf akla ulaşmak şarttır, onun da uğrak noktası pratik akıldan geçer. Dilin konumu ise pratik akıl ve duygusal dünyanın gerilimi arasındadır. Dilin bu iki yönle girdiği ilişki üçlü bir sınıflama süreci gerektirir. Öncelikle, Pratik aklın dil ile girdiği süreç yani onun dilin duygusal dünyadan dolayısı ile toplumsal alandan tamamen ayrı seyri;

1, Doğa yasalarının özüne yönelik sembolleştirme ve somutlaştırma

2, Mantıksal çıkarım elde etme

3, Gerçeklik değerlendirmesi aşamaları ile seyrederken,

Dilin duygusal dünya ile seyri;

1, Duyulara yönelik anlamlaştırma ve birincil sembolleştirmeler

2, Toplumsal mitler ve ikincil sembolleştirmeler

3, İdeoloji aşamalarından oluşur.

İkinci bölüm saf - pratik akıl arasındaki gelişim düzensizliğinin sonucu olarak ortaya çıkar. Toplumsal bir alan içinde hem gerçekleşir hem de onu besler. Ancak bu düzensizlik sadece birinci adımda yani duygusal anlamlaştırma aşamasında geçerlidir. İkinci adımda bu yok olup yerini akıl ve duygu çatışmasına bırakır. Birinci bölüm ise zaten saf aklın bir çeşit gerçekleşmesidir.

Doğa yasaları üzerine değerlendirme yapılırken, saf aklın ona dayanmasının sonuçlarının biri de onun ne doğru - yanlış ne de iyi - kötü değerlendirilmesi içerisine sokulabileceğidir. Bu özelliklerin birincisi dilin pratik akıl ile ilgili bölümünün; ikincisi ise duygu ile ilgili bölümünün bir özelliğidir. Saf akıl bu özelliklerden tamamen muaftır. Yani doğru veya yanlış, iyi veya kötü sadece dilin bir özelliğidir, insan zihninin değil. Birincisi pratik aklın duygular ile ikincisi duyuların duygular ile girdiği ilişkidir.

Doğa yasalarıyla insan ilk olarak duyuları aracılığıyla tanışır. Ancak saf akıl duyular ile hiçbir şekilde ilişkide bulunmaz. Onunla duyular aracılığıyla tanışması, ona onlar aracılığıyla ulaşması anlamına gelmez. Duyular onun sadece kabuğunun yani dışının görüntüsünü verir. Onun özünün bilgisini vermez. Onu sadece saf akıl verebilir. Herşeyden önce duyular duygusal bir belirlenim altında da seyredebilir. Ayrıca duyuların işleyişi de doğa yasalarına tabidir. Yani kendisi de bir belirleme değil bir belirlenimdir. Duyumsamanın kendisi bir özellik iken aklın kendisi bir özdür. Yani akıl bir doğa yasası iken duyumsamak bir doğa yasası özelliğidir. Ancak duyumsamanın kaynağı olan örneğin bir gözün kendisi bir doğa yasasıdır. Bu yüzen eğer bir balık olsaydık, belki de solungaçlarımızdan doğa yasalarını çıkarsayabilirdik. Ancak böyle bir durumda duygusal bir belirlenim altına girme durumumuz olmayacaktı. Bu yüzden saf akla ulaşmamıza gerek kalmayacaktı. Bu tür bir ilişki akıl ile düşünmek arasında da kurulabilir. Buradaki düşünmek duygusal bir belirlenim altına da girebilir. Bu onun bir doğa yasası olmaması  bir özellik olması yüzündendir. Nitekim bu yüzden duyumsamak da bir duygusal belirlenim altına girebilir. Bu yüzden saf akla onun aracılığıyla da doğa yasalarına sadece pratik aklın birinci bölümüyle yani onun duygulardan arındırılmış bölümüyle ulaşılabilinir.

Bu yüzden düzensizlik kuramımın sonucunda, ilk kusur onu doğru - yanlış ölçüsünde değerlendirilmesiyle ortaya çıkar. Bir doğa yasası doğru ve yanlış ölçüsünde değildir. Gerçeklik ölçüsündedir. Yani sadece varlık ve yokluk ölçüsündedir. Bunun sebebi şimdilik dilin kusuru yüzünden hatalı bir değerlendirme olsa da pratik akıl açısından zorunlu olarak doğru olmasıdır. Aslında zorunlu olarak gerçek olmasıdır. Yani duyuların doğa yasalarıyla girdiği ilişkiler de bir tür doğa yasalarıdır. Ne zorunlu olarak doğrudur ne de yanlıştırlar. Kaşığın su içinde kırık gözükmesi de gerçekte düzgün olması da ne doğrudur ne de yanlıştır. Sadece doğa yasasının gerçeklik üzerinden bir özelliğidir.

Gerçeklik önermeleştirildiğinde, dil ile pratiğe döküldüğünde işte bu noktada doğru - yanlış özellikleri ortaya çıkar. Çünkü dil de bir doğa yasası değil sadece onun bir özelliğidir. Ancak bu özellikler doğa yasasının kendisinde ortaya çıkmaz. Doğa yasaları, saf akıl ile doğru yanlış gibi her türlü öncelemelerden arındırıldığında dolayımsız olarak kavranır. İnsanın bunu kavrama aracı başka bir şey değildir. Eğer saf akla sahip olmayan bir varlık olsaydık, başka bir doğa yasasıyla balık örneğinde olduğu gibi yani eğer bir kuş olsaydık belki sadece uçma olgumuza bakarak doğa yasalarını bilebilirdik. Ancak saf akıl özel bir doğa yasasıdır ve varlığı aynı zamanda kendisini zorunlu kılar. Aynı zamanda kendisine ulaşmak zahmetli bir çaba gerektirir. Çünkü tarihin kendisi üzerine attığı tüm kirli anlayışlar ve alışkanlıklardan her türlü inançlardan arındırılması gerekir. Akıl tümelinin kendisi devinim dengesizliğinde olduğu için, insanın kendini belirleyen başka tür doğa yasasıyla bunu bilmesinin mümkünatı yoktur. Çünkü o her zaman duygusal bir çatışmanın tehtidi altındadır.

Dilin pratik akıl ve duygular ile ilgili bölümlerinden birincisine fazla değinilmesi gerektiğini düşünmüyorum. Çünkü zaten o saf akla giden bir yoldur. Ancak, ikincisi dünya üzerindeki genel tutarsızlığın, felaketlerin, akıl tutulmalarının kaynağı olduğu için yoğun bir şekilde araştırılması gerekir. İkinci bölümün ulaştığı son aşama ideoloji aşamasıdır ve bu aşama inançla temellenir. Bu aşamaya her insan geçmeyebilir yani ikinci adımda kalabilir. Bazı insanların pratik aklı devreye girip buna engel olabilir. Ancak duygusal dünyaları ağır basan insanların bir bölümü bu aşamaya ulaşıp saf aklın belirlenimlerinden tamamen çıkar. Diğer söylenmesi gereken de birinci adımın insanlık tarihiyle ilgili olmasıdır. Yani insan doğduğu andan itibaren ikinci adımla başlar. Birinci aşama ona hazır olarak sunulmuştur. Bunun için insan kendi toplumunun dilini öğrenmeye başladığı andan itibaren saf aklı, pratik akla uygulanan yoğun etkiler aracılığıyla baskı altına girer. Baskılanan pratik akıldır ama yok olan saf akıldır. İşte bu toplumsallaşma sürecinin kendisidir.

Duyulara yönelik anlamlaştırma ve birinci sembolleştirmeler süreci, insanın her türlü varoluşa duygusal bir belirlenim altında ve doğal olarak kendi yanılsamaları ile gerçekliğe çarpık bir anlam yüklemesidir. Bunun kaynağı pratik aklın bir alanı olan ekonomik alanın, saf akıl karşısındaki devinim dengesizliği kusurudur. İnsandan bağımsız olarak tarih sahnesinde kendiliğinden belirlenir ve toplumsallaşma sürecinin ilk adımıdır. Bu dengesizlik durumunun en yoğun seviyesi ilk aşamalarda olacağı için yani ilk adımlarda saf akıl ve pratik akıl arasındaki dengesizlik ve uyumsuzluk en yoğun safhada olacağı için, ilk insan en toplumsal insandır.

Bunun için yoğun toplumsal belirlenim altında diğer aşamalara kolayca geçilebilinir. Yani toplumun ilk aşamalarında insanların hepsi ideolojiktir. Bu ideoloji bir mitsel inanç ideolojisidir. Doğa yasaları duygusal belirlenim altında çarpıtılarak inanç durumuna indirgenir. Doğa mefhumları anlaşılamaz ve onlara metafiziksel bir anlam yüklenir. Bu yönelim ikinci adımda perçinleşecek ve insanlar doğa yasalarında aranması gerekenleri kendi mit ve inançlarında arayacaktır.

Bu inanç ideolojisi, insanlar siyasi süreçler içerisine girdikçe yani ekonomik ilişkiler geliştikçe evrimleşecek ve bir kısmı bir tür siyasi ideolojilere dönüşecektir. Bu geçiş aslında akıl ve duygu çatışmasındaki insan aklının nihai zaferinin de ilk belirtilerinden biridir.