Belirlenim Yasaları Öncesinde Birtakım Açıklamalar IV
Renkler istisnadır. Asli olan siyah ile beyazdır. Tıpkı asli olanın yokluk, varolmanın ise bir istisna olduğu gibi.
Daha önce ifade ettiğim gibi; insan aklının insana ne aşkın olanı buldurma, ne de onu iyiye ve doğru olana yöneltme gibi işlevleri vardır. Peki, en azından burada diğer önermelerin kabul edilebilir tarafları olacaktır. Bunlar konusunda daha önce de birtakım şeyler yazmıştım, ama daha detaylandırmamıştım. Ancak şu sorulabilir ki; insan aklının insanı doğruya yöneltemeyeceği önermesinin kendisi çelişik bir önerme değil mi? Eğer doğruluk değeri denen şey insan uydurması ise, burada yazılanlar da bir uydurma değil midir? Bu tıpkı, daha önceki çelişkilerime benzemekte. Yani; gerçeklik üzerinden hareket etmeye çalışan birisinin, bunu toplumsal bir dille kurma çabasının kendisinin bir çelişki olduğu durumu. Bunu belki yazılarımı sonlandırırken aşmaya çalışacağım. Orada kuracağım dil, hiçbir toplumsal dile benzemez ise bu aşılabilinir. Burada ise kavramlarla alay etmekten başka yapacağım bir şey yok. Kullandığım bazı kavramların, ifade etmeye çalıştığım anlamları karşılamamasının, şimdilik benim için bir öneminin olmadığını zaten söylemiştim. Bunun yöntemimle ilgili olduğunu da. Örneğin; son yazımda kullandığım 'anomali' kavramı, sosyolojide geçen ve oradaki anlamı karşılamayan bir kavramdır. Onu kullanmamın sebebi ise; o anda aklıma onun gelmesi veya canımın öyle istemesinden başka bir şey değil.
Ancak, kavramsal anlam hatalarının benim için önemi yok olsa da, yaptığım mantıksal hataların düzeltilmesi gerekir. Bunun için, son yazımda bahsettiğim bir konuyu ele almam gerekiyor. Bu hata; hayvan toplumsallaşmasını, insan toplumsallaşmasıyla aynı kategoride ele almamla gözükmekte. Oysa, insan toplumsallaşması denen şey; mit ve imgelem üretimidir. Orada anlatmaya çalıştığım şey, sadece insan türünün duygulanım belirlenimi göstermesinin ifade edilmesiydi. Ancak hatalı bir yoldan. Hayvanların sadece bir doğa yasası olarak akla sahip olmadığını söyleyebilirim. Oysa doğa yasası özellikleri olarak akla sahip olabilirler. Bununla ilgili kesin bir şey söyleyemem. Gözlemlediğim kadarıyla hayvanlar, sadece insanlar gibi saf akıl yönelimi oluşturamazlar. Ancak; düşünme, hafıza, yargı üretme gibi yetenekler gösterebilirler. Bununla ilgili net bir şey söyleyemeyeceğimi, onlar için belirlenimsel olanlar hakkında konuşamayacağımı; çünkü hiçbir zaman onlar gibi olamayacağımı, ancak insanlar üzerine konuşabileceğimi söyleyebilirim.
İnsanlar dahil hiçbir şey; asla doğa yasası üzerine konuşamaz. Sadece doğa yasası özellikleri yoluyla dolaylı yollardan konuşulur. Örneğin ben; saf akıl ile ilgili hiçbir şey söyleyemem, sürekli pratik akıl üzerinden konuşurum ve ona, onun bir yolundan yönelmeye çalışırım. Burada dil ile yaptığım gibi. Ancak saf akla ulaştığımda zaten, onunla ilgili bir şey söylememe gerek yoktur. Yine yasa özellikleri ile ilgili konuşurum. Bu yüzden, saf aklın bir tür tanımı yoktur. Tanrı'ya kendini anlat dediğiniz de, size ne söyleyebilir ki.
Bunun için, hayvanlar ile ilgili olarak burada söyleyebileceğim iki şey var. Birincisi; onun insan türü gibi, bir akıl olarak doğa yasasına sahip olmadığıdır. Onun toplumsallaşma özelliklerinin insanlarla kıyas edilmesinin hataya sebep olabileceğidir. Hatta insanın ilk hayvansı dönemleriyle dahi. Çünkü insan türünün ilk belirdiği yerde, saf akıl da bir şekilde belirecektir. Saf akla yöneliminin kendisinin evrimsel bir gelişim süreci olduğunu, bu gelişimin sadece biyolojik bir süreç olmadığını ifade etmeme gerek yok heralde. İkincisi, hayvanların insanlar gibi bir devinim dengesizliğinde olmadığını ifade edebileceğimdir. Bu yüzden hayvanlar, kendilerini tam olarak gerçekleştirmiş canlılardır. Yaşamları bir makinanın işleyişine benzer.
Orada ifade ettiğim, hayvanların kültürel özellikler yönünden insanlardan daha yüksek bir seviyede olduğu önermesinin tartışılması gerekiyor. Hemen ifade etmeliyim ki, kültür bir belirlenim türüdür. Toplumsallaşmanın kendisi gibi. Toplumsallaşma insan türü için duygusal belirlenim sınıfındadır. Bunun özel bir belirlenim türü olduğunu ve ayrıca incelenmesi gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum. İnsan ve hayvan toplumsallaşmalarının farklı şeyler olduğunu söylemem de bu nedenledir. Burada olan sorun da, her zaman olduğu gibi, toplumsal bir dilin zayıflığından kaynaklanmaktadır. Çünkü; benim kullandığım dil, insan merkezli bir dildir. Ben bu dil üzerinden, onların belirlenimi hakkında konuşamam. Ben hayvanlardaki bir olguyu, insanın uydurduğu bir kavramla anlatmaya çalıştım. Hiçbir köpeği veya başka bir hayvanı tek tek ele almadım, senin bu olgun için ne demeliyim diye onlara sormadım. İnsanlar ağızlarında gördüğü şeye dil, ona benzeyen her şeye de dil demişlerdir.
Diğer bir sorun ise; toplumsallaşma bir belirlenim olduğuna göre, tamamen doğa yasasına uygun bir varlığın nasıl belirlenimsel bir etkide olduğudur. Yani sorun şu; neden saf akla sahip olan bir varlık toplumsallaşır. Neden kanatları olan ve uçan bir varlık topluluk halinde yaşar sorusu da problemdir benim için. Ancak bu, benim yanıtlamam gereken bir soru değil. Çünkü onun, doğru bir soru olduğuna emin olamam. Bir saf akıl ne ise, kuşun kanatlarının da o olduğunu söylemiştim. Veya bir gözün. Bunların hepsine doğa yasası demiştim. Bunlar arasında kıyas ilişkileri kurmak, bana saçma gelir. Ama örneğin, insan aklını keyfi olarak özel bir tür yapmıştım. Bunun için kendimce gerekçelerim vardı. Çünkü sadece o, matematiksel önermeleri a-priori olarak kavrayabiliyordu. Bu söylediğim, matematiğin uygulanması değil. Başka canlılar da matematiği uygularlar, hatta belki insanlardan daha mükemmel bir şekilde. Ancak, onu bildiklerini bilemezler. Saf akıl, yeryüzü içerisinde bildiğini bilebilen tek doğa yasasıdır.
Bunların ışığında, hayvanların insanlardan daha gelişmiş türler olduğunu çok rahat ortaya atıyorum. Çünkü, onlardaki yasalar tamdır. İnsan ise devinir. İnsanlar saf akla ulaştıkları zaman, onlarla eşitleneceklerdir. (Umarım okuyanlar bu anlatılanları kullanma, yararlanma, yok etme ilişkilerine indirgemezler. Buradaki gelişmişliği, oradaki anlamlara indirgeme sığlığı göstermezler. Ele alınan yasalar birbirlerinden ayrı dünyalardadır. Her yasa, kendi içinde bir dünyadır.)
Benim için aynı saf akla sahip olan varlıkların; bu kadar farklı özellikler göstermesi, farklılaşması da olağanüstü bir durumdu. Neyse ki hayvanlarda böyle bir durum algılamadım veya başka canlılarda. Oradaki farklılaşmalar, sadece çevresel faktörlere göre değişiyordu. Yani yasalar içerisinde işliyordu. Bunlar da, bir tür belirlenim oluşturabilir. Ancak bunlar, yasa özellikleri içerisinde kalıyordu. Ama insanlar ise, duygusal belirlenim dediğim bir şey oluşturuyordu. Ne yazık ki insanlardaki bu olguyu açıklamam gerekiyordu, çünkü ben de bir insandım.
Hayvanlar için doğa yasası dışında kalanlar, yani onlar için belirlenimsel olanlar hakkında konuşmayı artık burada bırakmam gerekiyor. Artık konuşmalarım onlar için, yasa ve özellik benzeri örneklemelerle sınırlı kalacak. Değinmem gereken bir başka konu da; son yazımda yazdığım ve mantıksal bir çelişki oluşturuyor gibi görünen, ancak oluşturmadığını düşündüğüm bir nokta daha var.
Orada ifade ettiğim; insanın saf akla yöneliminin, savaş ve yıkımları durduracağı yönündeki söylemimin tekrar ele alınması gerekiyor. Çünkü, saf akla yönelimin kendisi bir savaştır. Çok önceden ve ilk olarak bahsettiğim; akıl ve duygu arasındaki savaş. Saf aklın daha çok belirmeye başladığı her yerde uzun vadede, toplumsal yıkımlar yavaşlayacaktır. Bunu kesin olarak söyleyebilirim. Ancak, zayıf olanlar daha çok yıkıma uğrarlar. Toplumsal yıkımlar yön değiştirir. Savaşlar, yıkımlar, soykırımlar, nükleer felaketler azalmaz. Aksine, daha da çok artar. Bunun; iyi-kötü, doğru-yanlış olarak değerlendirilmemesi gerekir. Saf akla yönelik artan her türlü istek ki bu kendiliğinden gelişir; savaşı, insani gelişimi zayıf olanlara yönlendirir. Yıllardır kandırılan insanı; duygusal yönü kuvvetli canlının, insani yönü daha gelişkin olduğu yalanını ortaya çıkartır. (Bu kandırma terimini sadece canım öyle istediği için kullandım). Günümüzde artık, savaşın zayıflar için yıkım olmasının örnekleri zaten yaşanıyor. Ancak; bu yıkımın, yeniden kurucu bir yıkım olduğunu söyleyebilirim.
Toplumsal alan içerisinde, hiçbir zaman ve hiçbir şekilde varolmaması gereken canlılar varolur. Ancak, doğa yasaları bunu geri almak zorundadır ve bu zayıflığı, işlem mekanizmaları ile yok eder. Bu mekanizma da, insan için bir doğa yasası olan saf akıl ile işler. Ona yönelim olmasaydı ve o, birden kendisi halinde işlem yapabilseydi, zaten o canlılar varolmayacaktı. Bu ifadelerimi; hayatını toplumsal olarak yani bir tür duygusal belirlenimler ile geçirmiş, toplumsal bir inşa ile varolmuş, hayatı toplumsal iyi ve kötü kategorilerine göre yorumlayan insanların anlamayacağını söylememe gerek yok zaten. (İyi ve kötü kategorilerinin toplumsal bir alan dışında varolması beklenemez, yani mutlak iyi ve kötüden de söz edemeyiz. Toplumsal alan içerisinde iyi olan, aynı zamanda doğrudur da).
Peki, neden saf akla sahip bir varlık duygusal bir belirlenim göstererek, kendi varlığından uzaklaşmıştır? Neden insanlar kendi varlığından uzakta doğarlar. Bu uzaklığın bilimsel gelişim süreciyle ilgisi yok. Yani, henüz bilimsel yönden geri düzeyde olmakla. Doğayı yorumlayamamayla ilgisi yok. Ondan korkmakla da. Sorun o korkunun, neden ortaya çıktığıyla ilgilidir. Bu uzaklık, inanç dediğim şeydir. Neden insanlar inanır, bunun için de korkar ve duygusal belirlenim denen olguya sürüklenir?
Varolmak bir kusurdur. Bu kusurun bedeli de, yok olmakla ödenir. Asli olan tek şey yokluktur. Varolmak ise istisnai bir durumdur. Bir şekilde insanlar varolduğunu hissetmek ister. Yokluktan kaçmak için, hazza ve acıya yönelirler. Çünkü; insanlar diğer canlılardan daha çok vardır, daha çok istisnadır. Ve bu zayıflık da onu, daha çok istisna olmaya yönlendirir. Bu zayıflık nerden geliyor, varoluştan mı? Bunu anlayabilir miyim? Neden insanlar duyarak anlayamazlar da, dinlemeye çalışırlar. Neden bakarak anlayamazlar da, görmeye çalışırlar. Dinlemek, görmek bunlar istisnadır işte. İnsan varolma kusurunu en çok yaşayandır ama neden? Her duygulanımı onu daha çok varolmaya sürükler. Bunların hepsinin bir anlamı var mı? Araştıracam.
Kuracağım dile gelince; bunun kesinlikle bir mantık dili olması gerekecektir. Bu ise Aristotales'in yaptığı gibi, iki değerli toplumsal bir mantık dili değil; sonsuz değerli simgesel bir mantık dili olmalı. Her doğruya karşılık, bir yanlışın gelmek zorunda olmadığı bir mantık dili. İnsan duygulanımlarını bile açıklamaya olanak veren bir dil. Böylece saf aklın doğadan ve onun yasalarından kopuk bir şey olduğu değil, onun kendisi olduğu gösterilebilinecektir. Her türlü belirlenimsel olandan arındırılabilinecektir. İnsanların gerçek ana dili ortaya çıkarılabilinecektir. İnsan aklının aşkın ve iyiye olduğu gibi, doğruya yönelik de bir etki göstermeyeceğini, çünkü doğruluk değerinin insan uydurması olduğu; '2*2=4' önermesinin doğru değil, sadece gerçek bir önerme olduğu gösterilecektir. Aklın arındırılmış en saf mantık biçiminin, epistemolojiye değil; ontolojiye dayanması gerektiği böylece anlaşılabilinecektir. Öncesinde insan zihni, her türlü anlamdan temizlenmelidir. Toplumsallığından, inançlarından, dinlerinden, kültürlerinden arındırılmalıdır. Ancak, teorimde hala açıklayamadığım ve bazı mantıksal çelişkiler sezinliyorum. Önce, onları halletmem gerekecek.