24 Mayıs 2019 Cuma

Sühreverdi'de Alemin Sürekliliği ve Hareketin Sonsuzluğu

Şihabüddin Es-Sühreverdi
Doğu'nun ışığı, İşraki felsefenin kurucusu büyük düşünür Sühreverdi; özellikle Aristoteles'in mantık ve metafizik öğretilerine, Aristoteles'den çokca etkilenmiş olan Farabi ve İbn Sina gibi Meşşai filozoflarının felsefe anlayışlarına çeşitli eleştiriler getirmiş ve bu eleştiriler doğrultusunda Sühreverdi'nin ortaya koyduğu yeni fikirler, kendisini döneminin ilerisinde düşüncelere taşımıştır. Sühreverdi Aristotelesçi geleneği eleştirirken, çokca Platoncu öğretilerden destek almıştır. Bu geleneğin özellikle mantıksal yönünün eleştirilmesi Sühreverdi'nin yaşadığı dönemde de yeni bir şey değildi. Sühreverdi'yi özel kılan şey; bunu tamamen rasyonal bir zeminden taviz vermeden gerçekleştirmesidir. Aristotelesçi mantık ve varlık anlayışlarının eleştirilip, onun yerine Platoncu öğretilerin koyulması ve bunun da tamamen akli burhanlarla gerçekleştirilmesi; Sühreverdi'ye döneminin sınırlarını aşma olanağı vermiştir. Tıpkı rasyonalist aydınlanma düşünürlerinin Aristotelesçi gelenek yerine, Platoncu felsefeyi geçirerek doğayı yeniden yorumlayıp ileri düşüncelere ulaşabilmesi gibi.

Sühreverdi Meşşai filozoflarını çokca eleştirmesine karşın, bu geleneği tamamen yok saymaz. Zaten kendisi de bu gelenekten gelmektedir. Onun amacı; Meşşai felsefesinde varolan mutlak varlığın değişmezliği, göksel kürelerin hareketleri, birlikten çokluğun nasıl oluştuğu gibi problemleri daha iyi açıklayabilmek, bu geleneğin bunları açıklamadaki yetersizliklerini gidermek ve daha sade, anlaşılır bir mantık sistemi ortaya koymaktır. Nitekim Meşşai felsefesinin soyut akıllar teorisi ve kozmolojisi, Batlamyus'un yerküre merkezli kapalı evren teorisini referans almaktadır. Ancak biz burada Sühreverdi'nin mantıkta yaptığı eleştirilere fazla değinmeyip, onun metafizik ve fizikde yaptığı yenilikler üzerinde duracağız. Zaten kendisinin hayatı da Giordano Bruno'ya benzer şekilde düşüncelerini tamamlamasına yetmeyecek kadar kısa sürmüştür. Kendisi (MS) 1100'lü yıllarda yaşamış ve ancak otuzlu yaşlarını görebilmiştir. Onun metafizikte yaptığı en büyük yenilik ise; Meşşai felsefesinde sınırlı derecelerde varolan soyut akıllar yerine, sınırlandırılamaz derecelerdeki soyut nurları geçirmesidir. Bu yenilikle beraber; Meşşai filozoflarından farklı olarak yeni bir südur teorisi de geliştirmiştir ve bu ona, birlikten çokluğa geçişte yeni açıklama olanakları sağlamıştır. Sühreverdi'nin nurdan anlatmak istediği aslında, doğadaki ışıktan farklı bir şey değildir. Ancak bu, duyularla algılanabilinen ışıma ile de karıştırılmamalıdır. Işıma ancak nurun bir sonucu olabilir. Nur; cisimsel bir şey olmadığı gibi, renkten de farklı bir şeydir. Nur'un kendisi ise asla tanımlanamaz. Çünkü, ondan açık ve seçik hiçbir şey yoktur. Bütün her şeyi tanımlayan ve varlık alemine çıkaran nur ya da ışıktır. Işık gerçekten de doğanın en gizemli fenomenidir. Evrende belki değişmeme itibarına sahip olabilecek tek fenomen varsa, o da ışıktır.

Sühreverdi varlığı nurlanmış olmakla, yokluğu ise karanlıkla açıklar. Ona göre yokluk, karanlıktır. Meşşai felsefesindeki aklın dereceleri onda, soyut nurların derecelerine bırakır. Yani soyut nurların kendi içlerinde dereceleri vardır. Ancak bu dereceler, cisimsel doğada tanık olunan türden değil; yetkinlik ve noksanlık yönünden olup, tamamen metafiziksel ve akli bir şeydir. Sühreverdi; Aristotelesçi sonluluk burhanının yani; her şeyin dayandığı bir ilk nedenin veya sabit noktanın bulunması gerektiği, çünkü aksi durumda bir teselsül oluşacağına yönelik argümanının sadece, sıradüzenli varlıklar için geçerli olduğunu savunur. Sühreverdi'ye göre; hareket veya nurların çokluğu bu şekilde açıklanamaz. Çünkü, sonsuz sayıda hareket vardır. Bunun da nedeni, hakim nurlar arasındaki ilişkilerin sayıyla sınırlandırılamaz olmasıdır.

Sühreverdi'nin Aristoteles ve Meşşai felsefesine yönelik eleştirilerinin en yoğunlaştığı nokta; onların varlığı, suret (form) - heyula (madde) bütünlüğü içinde açıklama çabalarıdır. Oysa Sühreverdi'ye göre; arazlık tamamen akli şeylerdir ve varlığın özüne yüklenemezler. Meşşai felsefecileri; 'cisimler, cisimlikte ortak fakat ölçüde farklı olduklarından; ölçü, cisimden farklı bir şeydir' demişlerdir. Nitekim Meşşai filozofları; ölçüyü bir araz olarak kabul edip, cismin hakikatinde içkin olmadığını belirtirler. Ancak bu Sühreverdi'ye göre, geçersiz bir yaklaşımdır. Çünkü; mutlak cisim mutlak ölçüye göre, özel cisim ise özel bir ölçüye göredir. Küçüklük ve büyüklük arasındaki ayrılık, ölçü dışında bir şey nedeniyle olamaz. Çünkü, ölçülebilirlerdeki farklılık ancak ölçüyledir. Mutlak cisim; mutlak ölçüden, özel cisim ise; özel ölçüden ibarettir. Cisimler ölçüyle değil, aralarındaki oranla ayrışmaktadırlar. Bu oran, onların birbirlerine göre durumudur. Tıpkı, yüksek sıcaklık ile düşük sıcaklık arasındaki fark gibi. Burada ölçüden anlaşılması gereken şey; genişlik, yükseklik, derinlik gibi uzamsal niceliklerdir. Berzahlar yani cisimler Sühreverdi'ye göre, ölçüyle farklılaşamazlar. Çünkü; cismani alemin heyulası bizzat kaim olan ölçüdür. Bu nedenle Meşşai felsefecileri, seyrelme ve yoğunlaşmayı da yanlış yorumlayarak; onları, cismin boyutunun artması veya azalması olarak tanımlamışlardır. Oysa, seyrelme ve yoğunlaşma yalnızca yer değiştirme ile açıklanabilinir. Seyrelen bir cismin boyutlarının arttığı söylenemez. Örneğin; ateşte seyrelerek parçalanan bir çömlek uygun bir şekilde birleştirilirse, parçalanmadan önceki ölçüsüne aynen dönecektir. Sühreverdi'nin bu düşünceleri aslında, fizik biliminde erken bir devrimdir. Nitekim Sühreverdi'den yaklaşık dörtyüz yıl sonra Descartes, bu düşüncelerin aynısıyla fizik teorilerini geliştirecek ve doğayı özdekleştirecektir. O da; Sühreverdi'nin çömlek örneğiyle anlatmak istediğinin aynısını, sünger örneğiyle verecektir. Sühreverdi'ye göre; cisim ve ölçü aynı şey demektir ve bu nedenle cisimsel alemin ölçüsü artıp azalmaz.

Böylece cismin bizzat kaim olan ölçüyle aynı şey olduğu bilinince; Meşşailerin alemde ölçüleri ve suretleri kabul eden heyula olarak adlandırdıkları bir şeyin, kendi başına varolmadığı anlaşılır. Meşşailere göre heyula, ancak suretlerle özelleşebilen bir şeydir ve buna ölçü de dahildir. Ancak bu onu Sühreverdi'ye göre, belirsiz bir varlık yapar. Bu heyula anlayışı aslında, hiçbir şey demektir. Sühreverdi, Meşşailerin suret ve heyulanın birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğine yönelik görüşlerini eleştirir. Ona göre; nitelikler cisimlerin özüne yüklenemezler. Onlar tamamen akli şeylerdir. Niteliklerin zihin dışında bir gerçeklikleri yoktur. Örneğin renk, tamamen akli bir unsurdur. Bir rengin varlığıyla, renkliğin kendisinin varlığı aynı şeydir. Türler ancak, suretlerle farklılaşabilirler. Cisimler de ölçüleriyle değil, arazlarıyla farklılaşmaktadırlar. Sühreverdi suretlerden anlaşılması gereken şeyin; ister cevherlik, ister arazlık olsun basit türsel hakikatler olduğunu belirtir. Suretler heyuladan soyutlanabilinir ve heyulanın özünde ölçüden başka bir şey yoktur. Sühreverdi aslında burada, duyularla algılanamaz olan suret anlayışına karşı çıkmaktadır.

Sühreverdi'ye göre; tüm varolan şeyler nur ve nur olmayan olarak ikiye ayrılır. Nur olan şeyler de; başkasının hey'eti olanlar, yani arızi nurlar ile başkasının hey'eti olmayan yani, mücerret nur olmak üzere ikiye ayrılır. Nur olmayan şeyler ise;  kapkaranlık cevher ve karanlık hey'etlerdir. Kapkaranlık cevherden anlaşılması gereken, ölçü ve şekildir. Karanlık hey'etlerden anlaşılması gereken ise, cismin özüne ait olmayan arazlar ve cisimler arasındaki oran türünden karanlık durumlardır. Berzah bir tür kaprakanlık cevherdir ve cisme karşılık gelir. Böylece berzahların bir tür nur olmadığı, onlarda ışığın ilave bir özellik olarak bulunduğu ve ışıklarını kaybedince yoklukta kalacakları anlaşılmış olunur. Yokluk yani karanlık, nurun yokluğudur. Berzahlar içerisinde nuru kaybolmayan Güneş gibi cisimler de vardır. Onlarda arızi nurlar bulunur. Arızi nurlar içerisinde, duyu ile algılanabilinenler kendiliğinden kaim değildir. Nitekim bunlar, kapkaranlık cevherleri varlık alanına çıkaran ışıklardır. Bu tür nur berzah ile kaim olduğundan, müstağni olmayan mümkün bir nurdur. Sühreverdi'ye göre; kapkaranlık cevherlerin birbirlerinden oluşmadıkları açıktır. Çünkü, onların hiçbirinin diğerine bir önceliği yoktur. O halde bunlar; varolmak için başka bir şeye ihtiyaç duyar ki, bu da mücerret nurlardır. Mücerret nurlar, duyusal olarak gösterilemez. Onlarda yön, boyut, ölçü bulunamaz. Mücerret nurlar kendilerini idrak edebilirler. İdrak, bir suret veya ilave nitelikle gerçekleşemez. Bir şeyin kendi zatından habersiz olmadığı varsayılırsa; onun zatıyla, zatını idrak etmesinin aynı şey olduğu anlaşılır. İdrak bilinçle gerçekleşir ve benlikten başka bir şey değildir. Böylece zatın, varlığını idrak eden bir benlik olmadığı; kendisi nedeniyle apaçık olduğu anlaşılır. Sühreverdi'ye göre idrak; özün dışında harici bir sebeple gerçekleşemez ve yalnızca kendini idrak eden şeyler nur olabilir. Benlik, açıklığın ve nur olmaklığın bizzat kendisidir. Kendini idrak etmek nurla gerçekleşir; insan için ise bunu sağlayan, canlılık ve bilinçtir. Böylece tüm duyusal şeyler yok olsa dahi, nurun varlığının aynen kalacağı anlaşılmış olunur. O halde bütün berzahlara varlığını veren soyut nur olduğuna göre; soyut nur, zatını idrak eden canlılıktır.

Sühreverdi; soyut nurların kapkaranlık cevhere ihtiyaç duymasa da, mahiyetlerinin muhtaç olduğunu ve bu muhtaçlığın sonluluk burhanı gereği bir yerde son bulması gerektiğini belirtir. Soyut nurlar bir yerde son bulur ki, işte bu Nurların Nuru'dur. Sühreverdi'ye göre zorunluluk; sadece zatından dolayı olan şeyi kasteder. Yani mümkün olan başka bir şeye bağlı iken (örneğin; mümkün olması zorunludur gibi); zorunluluk yalnızca öze bağlı bir şeydir. Bir şarta, zamana ya da duruma bağlı olarak zorunlu olan şeye gelince; o zaten, özünde mümkündür. İmkansızlık ve mümkünlük, birbirlerine karşıt durumlar değildir. Çünkü bu şekilde bakılırsa, mümkün olmayanın varlığı veya yokluğu zorunlu olabilir. Sühreverdi'ye göre bu, Meşşai felsefecilerinin düştüğü bir hatadır. Sühreverdi'ye göre zorunluluk; sadece zatından dolayı olan şeyi anlattığı gibi, tamamen akli bir şeydir de. Zorunlu ilişkilerde illetin malule önceliği de zamani değil, aklidir. Zorunluluk ve mümkünlük kendi başına kaim olamayıp, arazi bir niteliktir ve varlıktan önce gelirler. Sühreverdi burada, mantıkta da yeni bir yol açar. Ancak anlattığı bir çok şey gibi bunlar da; o dönemde anlaşılamamış ve yeterince yorumlanamamıştır.

Nurların Nur'u zorunlu bir varlıktır. Meşşai felsefesindeki zorunlu akıl veya saf akıla karşılık gelir. Onun yokluğunun mümkünlüğü düşünülemez. Çünkü eğer öyle olursa; varlığı da mümkün olurdu ki, bu durumda o bağımsız olamazdı. Ona bir araz veya hey'et ilişemez. Onun aydınlığı artamaz veya azalamaz. Zatını idrak eder ve bu idrak, ilave bir nitelikle gerçekleşemez. Nurların Nuru'ndan bir çokluk da oluşamaz. Karanlık hey'etler ve berzahlar da ondan oluşamaz. Çünkü bunların hepsi; Nurların Nuru'nun özünde bir değişim gerektirir ve onu bileşik bir varlık yapar ki, bu imkansızdır. Buradan hareketle Sühreverdi; alemin çokluğunu ve sürekliliğini, Meşşai felsefesinde varolandan farklı olarak geliştirdiği; yeni bir südur teorisiyle açıklar.  Buna göre Nurların Nuru'ndan tek bir şey südur eder ki, o da soyut bir nurdur. Onunla, ilk südur eden soyut nur arasındaki fark; yetkinlik ve noksanlık yönüyledir. Alıcı nurların yetkinlik dereceleri, verici nurların yetkinlik dereceleriyle farklılaşabilir. Tıpkı, Güneş ve lamba arasındaki fark gibi. Veya alıcı nurların alma dereceleriyle farklılaşabilir. Toprak ve kristal arasındaki fark gibi. Yani Nurların Nuru dışındaki tüm nurlar, yetkinlik ve noksanlık yönünden farklılaşırlar. Burada bunların tamamen zihinsel olarak anlaşılması gerektiğinin; dış dünyadaki karanlık durumlar ve berzahlar için bunun bir anlamının olmadığının, yokluğun bir derece barındırmadığının, onların kendi aralarında bu yönüyle farklılaşmadığının hatırlatılması gerekir. Ayrıca; Nurların Nuru'ndan tek bir şeyin südur etmesinin, bunun onda bir ayrılma veya değişim meydana getirdiği anlamına gelmez. Çünkü suret ve heyula birlikteliğinin reddedilişinde Sühreverdi'nin üzerinde durduğu gibi; ayrılma ve bitişme, ölçüyle kaim olan cisimsel şeylerin özellikleridir. Nurlar aleminde ölçü, boyut bulunamaz Sühreverdi'ye göre; en yakın nurdan da bir çokluk oluşamaz. Çünkü bu yine, mutlak varlığın özünde bir değişime neden olacaktır. Aynı zamanda nurlardan sürekli soyut nurların südur etmesi halinde Sühreverdi'ye göre; varlık hiçbir zaman berzaha ulaşamaz. O halde; en yakın nurdan bir soyut nur ve bir de berzah oluşmaktadır. Çünkü, en yakın nur da özünde muhtaçtır ve onun illeti Nurların Nuru'dur. Onun kendi eksikliğini idrak etme özelliği bulunmaktadır. Bunu da, Nurların Nuru'nu müşahade ederek gerçekleştirir. Bunu gerçekleştirirken, ona nispetle karanlıkta kalır. Bu müşahade durumunda; ona nispetle zatının kararmasından bir gölge oluşur ki bu, alemin kuşatıcı berzahıdır. Kuşatıcı berzahtan anlaşılması gereken şey, alemin mekanı oluşudur. En yakın nurun, mutlak nura muhtaçlığı altında; ondan bir soyut nur da südur eder. Kuşatıcı berzah; o en yakın nurun gölgesi, berzahla birlikte varolan nur da; o soyut nurun ışığıdır.

Sühreverdi'ye göre; Meşşai filozoflarının sınırlı soyut akıllar teorisi ve Batlamyus'un sınırlı ve kapalı evrenine dayalı kozmolojileri; alemin çokluğunu, feleklerin (gezegenlerin) hareketlerini, çakılı yıldızlar küresinin hareketlerinin sonsuzluğunu açıklayamamaktadır. Çünkü; özellikle çakılı yıldızlarda sınırlanamaz sayılar ve yönler bulunur. Bu durumda; çakılı yıldızların durumunu ne soyut akıllar, ne de üstün berzahlar açıklayabilmektedir. Çünkü burada; her bir özelleşmenin, kendisiyle özelleştiği bir yönü olmalıdır. O halde hakim nurlar yani soyut nurların sayıları; yüzbinlerce hatta sayının ötesine kadar uzanmaktadır. Her hakim nur, Nurların Nuru aracılığıyla üsttekinden ışık alır. Aynı zamanda; bir perde ve boyut olmadığından Nurların Nuru'nu da doğrudan müşahade edebilir ve ondan bir kez ışık alır. Aynı zamanda üstteki nurları da müşahade edebilir. Böylece, alttaki nurlara doğru ışık katlanarak sayının ötesine kadar gider. Böylece; hakim nurlardan müşahade edenlerin sayısına, nurların ve berzahların alma ve verme derecelerine bağlı olarak insanın aklıyla ölçülemeyecek hakim nur ve ışık südur eder. Böylece özellikle, yıldızlar alemindeki çokluğun açıklanma imkanı doğar.

Sabit yıldızlar sisteminin akli bir düzen olduğunu savunan Sühreverdi; insan bilgisinin sınırlarını aşan düzenlerin ve yıldızlar sisteminin varolduğunu söylemektedir. Nitekim ondan yaklaşık 400 yıl sonra modern bilimin kurucusu Galileo; teleskop yardımıyla ilk kez insanın görme sınırlarını aşan düzenler, yıldızlar ve uyduları gözlemleme imkanı bulmuştur. Sühreverdi'ye göre; uzay aleminin harikalarının ve feleklerin birbirleriyle ilişkilerinin sayıya sığmasının son derece zor olduğu bilindiğinde, bizim idrak edemediğimiz başka muhteşem yapıların bulunmasının önünde hiçbir engel bulunmadığı anlaşılacaktır. Sühreverdi daha da ileriye giderek; feleklere egemenliğini ve gücünü ulaştıranın yıldızlar olduğunu öne sürer ve Güneş'i göksel alemin reisi olarak tanımlar. Ve böylece çok erken bir dönemde, Copernicus'un Güneş merkezli evren sisteminin ilk adımlarını dile getirir. Sühreverdi; bilinen alemin sınırlarını sayının ötesine kadar genişletir, döneminin çok ilerisinde düşünceler dile getirir.

Sühreverdi'ye göre; Meşşai filozofları sınırlılık konusunu da eksik değerlendirmişlerdir. Sınırlılık ile kendisinin ötesinde daha mükemmelinin bulunduğu bir şey kastediliyorsa; hakim nurların nurları sonludur. Ancak eğer, bu nurlarla kendilerinden sınırsız sayıda eserlerin oluşması kastedilirse; bunların nurunun şiddeti sınırsızdır. Böylece Sühreverdi; Aristotelesçi sonluluk burhanına yeni bir yorum getirir. Bu daha önce söylendiği gibi; sonsuz en büyük sayıyı düşünmek yerine, sayıları sonsuza kadar saymayı düşünmek olan; Aristotelesçi bilgi kuramı yerine, Platoncu bilgi kuramının geçirilmesi gibidir. Hakim nurların sınırsız güçlerinin bulunduğu anlaşılınca; Nurların Nuru'nun sınırlandırılamayacak bir biçimde sonsuz olduğu bilinecektir. Sühreverdi'ye göre; nurlar evreninde bir yenilenme yoktur. Ancak; berzahların bulunduğu cisimsel doğa, sürekli bir değişim içindedir. Nurların Nuru zamanın dışındadır. Zaman da, Nurların Nuru dışındaki şeylerdendir. Bunun için; zamanın bir başlangıcı ve yaratımı yoktur. Tıpkı cisimsel doğanın veya nurun da yaratılmadığı gibi. Evren ezelidir. Nurlar evreninde öncelik ve sonralık ile südur; zamansal değil, akli şeylerdir. Zaman; aynı zamanda bir öncelik ve sonralık ilişkisi olarak ele alındığında, hareketin ölçüsü olmaktadır. Zamanda bir kopukluk veya kesintinin olması mümkün değildir. Çünkü bu durumda, zamanın sonrası ile birleşmeyen bir öncesi oluşur. Zaman, bir öncelik ve sonralık ilişkisi olarak akılda kavrandığında; onun durdurulamayacağı veya geri alınamayacağı açıktır. Zaman, bir yokluk da olamaz. Çünkü; bir şeyin yokluğu daha sonra oluşabilir. Zaman, kendisi ile birleşik sabit bir şey de olamaz. Böylece, zamanın bir başlangıcının olmadığı anlaşılır.

Sühreverdi'ye göre; südur ebedidir. Böylece, alem de bu süreklilik nedeniyle sürekli olur. Sühreverdi'ye göre alem; stabil değil, sürekli değişim içerisindedir. Varlıkta hareketlerin bütünlük içerisinde olduğunu söyleyenler Sühreverdi'ye göre, yanılgı içerisindedirler. Çünkü, ardışık hareketlerin toplanması imkansızdır. Hareket Sühreverdi'ye göre, sonsuzdur. Hareketlerin bir araya gelmesi de söz konusu olamaz. Sühreverdi'ye göre Aristotelesçi sonluluk burhanı; birimleri biraraya gelmesi ve bir düzen oluşturması mümkün olan varlıklar için geçerlidir. Oysa hareket, böyle kabul edilemez. Bu nedenle alemde, ölçülemeyecek kadar çok hareket bulunur. Bu konu Descartes'da, gemi örneğiyle açıklanmaya çalışılmıştı. Evrenin sürekli olduğu ve onda hiçbir sabit nokta bulunmadığı belirtilmişti. Sühreverdi burada, bir kez daha döneminin ne kadar ilerisinde olduğunu göstermektedir.

Sühreverdi kendi döneminde anlaşılamamış bir düşünürdür. Hatta onu şerh edenler dahi onu, yeterince hakkını veremeden yorumlamışlardır. Oysa Sühreverdi; felsefeyi bir araç uğruna yapmamış, yalnızca gerçeğe ulaşmak için yapmıştır. Bu nedenle; bu büyük düşünürün de, kendisi gibi cesur bir şekilde yorumlanması gerekiyordu. Neredeyse tüm döneminin ilerisinde olan düşünürler gibi Sühreverdi'nin hayatı da, teorilerini tamamen ortaya koyacak zamanı bulamadan çok erken bir dönemde sonlanmıştır.


REFERANS

Şihabüddin Es-Sühreverdi, Hikmetü'l İşrak, (çev) Eyüp Bekiryazıcı, İstanbul, Türkiye Yazma Eserler Kurulu Başkanlığı Yayınları, 2015