7 Ocak 2020 Salı

Yılmaz Öner'in Prodeterminizm Teorisi I

Yılmaz Öner

I - Klasik Determinizmin Çöküşü ve Pozitivist Ontolojinin Eleştirisi

Buradaki yazılarımızda; Türkiye'de yetişmiş, içinde bulunduğumuz dönemin en önemli felsefeci ve bilim insanlarından olan Yılmaz Öner'in; tamamen kendisine ait olan Prodeterminizm (Probabilist Determinizm) teorisini ve onun özgün gerçeklik ve zaman kavramlarını açıklamaya çalışacağız. Bu teoriyle, doğanın yeniden determine edilme imkanını göstermeye çalışacağız. Çünkü determinizm; insanların kör inançlarından, duygusal beklentilerinden, yapay ihtiras ve korkularından arındırılması demektir. Şimdi ilkin; onun bu teorisinin kuramsal yaklaşımını açıklamaya çalışalım.

İster skolastik gelenekten gelen doğaya aşkın erekselci bir determinizm olsun, isterse de Newtoncu modern fiziğe dayalı doğaya içkin yasalara göre oluşturulan bir determinizm olsun, bütün klasik deterministik ortak varsayım şu ilkenin üzerine kuruludur; ölçülen bir sistem için, ölçülen dinamik değişkenin ölçüm sonrasındaki belirli bir değerini kullanarak, ölçme öncesindeki belirli bir değeri bulunabilinir. Ölçülen sistemin bu özelliğinden dolayı söz konusu dinamik değişken; ölçme öncesinde ve sonrasında da fiilidir. Ancak kuantum teorisine göre; ölçüm denen olay, doğaya yapılan bir çeşit müdahaledir. Bu nedenle ölçüm öncesi ve sonrası arasındaki anlar için, kategorik bir ayrım yapılması zorunludur. Bu nedenle, ölçüm sonrasında ortaya çıkabilecek değerler için kuantum teorisine göre; kesin değil, sadece bir olasılık derecesi olarak söz edebiliriz. Yani söz konusu dinamik değişken bu teoriye göre; ölçüm öncesinde fiili olarak mevcut değil, potansiyel ya da imkan olarak mevcuttur. Kuanta teorisindeki bu varsayımın temelinde ise, Werner Heisenberg'in belirsizlik ilkesi yatar.

Kısaca belirsizlik ilkesine göre; her ölçüm, madde parçacığının enerji koordinatlarına yapılan bir çeşit müdahaledir. Örneğin; bir taneciğin hızının ölçülebilmesi için ona ışık gönderilmesi gerekir. Ancak bu da bir tür enerji ivmelenmesi demek olduğundan, tanecik konumunu sonsuz derecelerde değiştirir. Yani konum, hızın ölçülmesi derecesinde belirsizleşir. Bunun anlamı da; maddenin hiçbir zaman kendi doğası nasılsa öylece, yani özsel olarak gözlemlenemeyeceği demek oluyor gibi gözüküyor. Ancak bu yorum Yılmaz Öner'e göre; pozitivist ontolojiye mahkum olan doğa bilimcilerinin ve onun sözünden çıkamayacak ve zaten felsefi bir düşünüş sisteminden de yoksun olan tebaasının çaresizliğidir. Doğanın özsel yasalarının hiçbir zaman bilinme imkanı yoksa bilimin; hastalıklı inançlara dayalı spekülasyonlar yapan din adamlarından, kahve telvesinden geleceği görmeye çalışan falcılardan ne farkı kalır. Bir de; doğanın zaten böylesine özsel ve belirli yasaları yoktur, diyen bir düşünce yönelimi vardır ki; bunların düşüncesinin 'ben varsam gerçek vardır' diyen, duygusal belirlenimlere boğulmuş solipsistlerden farkı pek yoktur. Bu ve bir çok düşünce yönelimlerini, aklın çarpıtılma düzeyleri olarak yazılarımızda sınıflandırmıştık. Şimdi tekrar üstad Yılmaz Öner'e dönelim.

Yılmaz Öner'e göre; Heisenberg'in yukarda kısaca açıklanan bu belirsizlik ilkesinin, klasik determinizm ve onun dayandığı pozitivist ontoloji içerisinden açıklanma imkanı yoktur. Hatta kuanta teorisi dahi; kendisini pozitivizmin bu egemen etkisinden kurtaramadığı için, indeterminist bir teori olarak kalmak zorundadır. Çünkü pozitivist ontoloji gerçekliği; fiili olarak olmuş bitmişlerin, fiili ve statik olarak işleyen saat - zaman boyunca ardışık ve tek yönlü sıralanması olarak görür. Oysa üstada göre bu fiili gerçeklik kategorisi, gerçekliğin sadece bir yönüdür. Maddenin içsel dinamiğinde, bu fiili gerçekliğin de üretildiği bir olanaklar deposu, yani virtüel gerçeklik kategorisi bulunur. Böylece gerçeklik; bu iki kategoriyi de birlikte içeren, sonsuz enerji alternatiflerinden oluşan bir olanaklar deposudur. Şimdi bu noktayı detaylıca anlatmadan önce, klasik determinizmin Heisenberg'in belirsizlik ilkesini neden açıklayamadığını detaylandıralım.

Pozitivist ontolojinin gerçeklik kategorisine bağımlı klasik determinizme göre belirsizlik; örneğin, bir A sistemindeki tanecik sayısının çokluğuna dayanmaktadır. Koordinat ikilisinin kesin bir şekilde belirlenme olanağı vardır. Ancak pratikte karşılıklı etkileşim çok fazla olduğu için belirsizlik, öznenin bilgi edinme araçlarından doğan bir kusur olarak görülür. Bu belirsizlik tipinden doğan olasılık; bir olayın sabit ritimli bir zaman boyunca, yani aktüel saat - zaman boyunca tekrarlanma sıklığına dayalı ve istatistiksel anlamlıdır. Bunun için belirsizliğin doğanın içsel yapısından değil, gözlemcinin ölçüm koşullarındaki yetersizlikten doğduğu düşünülür. Bu türden belirsizlik, subjektif bir belirsizliktir. Oysa Heinsenberg objektif belirsizliğinde söz konusu olan; gözlemcinin koşullarına dayanmayan, doğanın kendisinde varolduğu varsayılan objektif bir belirsizliktir. Ancak bunun, bir varsayım olduğunun altını çizelim. Zaten her şey, başlangıçta bir varsayımdır. Çünkü zaten; pozitivist ontolojinin gerçeklik kavrayışının yetersizliği de, bir çeşit gözlemcinin bilgi eksikliği değil midir? Zaten üstadın amacı da; Heisenberg belirsizliği karşısında çaresiz kalan pozitivist ontolojinin yetersizliklerini ortaya çıkarıp, doğayı tekrar determine etmektir.

Werner Heisenberg
Pozitivist ontoloji eylemlerin sadece; fiili, ardışık, diakronik zaman boyunca zincirlenmiş bir devinim halinde anlaşılabileceğini düşünür. Bunun için pozitivist yöntem, fiili gerçeklik dünyasındaki sabit ritimli işleyen saat - zaman içinde hapsolmuştur. Oysa bu gerçeklik, maddenin sadece bir yönüdür. Maddenin asıl gerçekliğini temsil eden durumu; onun ani, yani bir ve aynı andaki gerçekliğidir. Bu durum; genel madde veya enerji deposu diyebileceğimiz üretim sisteminin, bir tek an ile sınırlanan özel durumudur. Ani gerçeklik; genel maddenin bir anlık temsil edildiği fiili gerçeklik ile alternatif olanaklar deposunu içeren virtüel gerçeklik arasındaki bir perdedir. Pozitivist ontoloji ise; bu ani gerçekliğin ne olduğunu sormadan, onun doğanın içsel durumu içerisinde nasıl yapılandığını düşünmeden; bu ani durumun fiili ve ardışık bir zaman içerisinde sıralanmasını bekler. Maddenin gerçekliğinin de ancak, bu sıralanış içerisinde anlaşılabileceğini öne sürer. Oysa ani gerçeklik dediğimiz bu kategori; kendisini virtüel olanaklardan yalnızca o an için bir tanesiyle açığa vurur ki, o da zaten fiili olarak gerçekleşmiş bir tek olanaktır.

Virtüel gerçeklikten şu anlaşılmalıdır; henüz fiili olarak gerçekleşmemiş, ancak her an fiili olarak gerçekleşmeye hazır, maddenin içsel geometrisinde ve yine virtüel bir zaman enlemi içerisinde enlemsel olarak sıralanmış, sonsuz enerji olanaklarıdır. Aktüel gerçeklikten ise şu anlaşılmalıdır; virtüel bu gerçeklikler içerisinde, maddenin genel enerji durumunu temsil etmeye elverişli olduğu, doğanın yine kendi belirli yasalarınca belirlenmiş olan ve fiili olarak işleyen tek bir enerji alternatifi.

İşte pozitivist ontoloji Yılmaz Öner'e göre; ani gerçekliği, virtüel ve fiili gerçeklik arasındaki bir ani kesit olarak anlamamaktadır. Ani gerçekliğin yalnızca, fiili gerçeklik kategorisinde olduğunu düşünür. Yani gerçekliğin kendisini değil, onu temsil eden temsilciyi izlemektedir. Çünkü pozitivist ontolojinin tek yönlü kavrayışında, gerçekliğin bütününü oluşturan fiili gerçeklik aslında; maddenin genel enerji durumunu, o an için temsil eden bir temsilciden başka bir şey değildir. Bunun için pozitivizme göre; gerçekliğin duyusal olarak görüneni dışında, hiçbir alternatifi yoktur. Aynı şekilde zamanın da, fiili olarak işleyen sabit ritimli saat - zaman boylamı dışında işleyen, hiçbir devinimini düşünemezler. Oysa fiili olarak işleyen zamanın dışında, maddenin kendi içsel koordinatlarında yapılanmış bir zaman enlemi ve buna göre şekillenen bir içsel değişim yönü vardır. Bu nedenle; kuantik sistemlerde olan, yukarda bahsedilen bu objektif belirsizlik karşısında şaşkınlığa uğrarlar. Bu belirsizliğin, onların ontolojik sisteminde açıklanma imkanı olmadığı için de, doğayı suçlamaya başlarlar.

Oysa ani gerçeklik Yılmaz Öner'e göre; zaman içerisinde yayılmaz, sintagmatik bir dizilim oluşturmaz. İster düşünsel, ister maddesel olarak tasarlansın; doğanın alternatif enerji durumlarından oluşan içsel bir dünyası vardır. Ve bu dünya da kendisini, aktüel gerçeklik ile dışa vurur. Maddenin aktüel ve virtüel gerçeklikleri işte bu depoda üretilir. Doğanın gerçek determinizmi; aktüelleşen bu temsilcilerdeki ardısıralanma ile değil, doğanın içsel bu olanaklar deposunda üretilir. Olgular dünyası yani fiili gerçeklik dünyası, kendisini yeniden üreten bir determinizme sahip değildir. Çünkü buradaki gerçeklik, belirlenmiş bir gerçekliktir. Ancak, virtüel alternatifler arasındaki enerji operatörü tarafından belirlenmiştir. Yani aslında yaşam denilen şey veya içinde bulunduğumuz zaman; maddenin kendisini yeniden üretemediği bir dünyadır. 

İşte Yılmaz Öner'in insan düşüncesini sürüklediği bu yönelim inanılmazdır. İnsanlar varolduğundan beri varoluşu; hep bir döngü veya ilerleme olsa bile kendi kendisini üreten, kaynağını ya Tanrı'dan ya da kendi içsel ilkesinden alan bir koruyucu güç ile yapılanmış bir özellik olduğunu düşündüler. Yani varoluşu, hep varoluşla açıklamaya çalıştılar. Oysa varoluş denen şey; bizim yazılarımızda açıklamaya çalıştığımız şekliyle, sonu gelmesi mümkün olmayan bir tükeniştir. Yani varlık ister virtüel olsun isterse de aktüel, yokluğun bir istisnai durumudur sadece. Canlılık ise; varoluşun ileri aşaması, yani artan bir devinim veya artan bir istisnadır. Üstad buraya kadar ileri gitmez. Ancak; varoluşun deviniminin bir yönü olduğunu ve bunun sonsuz bir süreç olduğunu, bu devinimin yalnızca fiili gerçek içinde anlaşılamayacağını, gerçekliğe bir bütün olarak bakılması gerektiğini; fiili gerçeliğin ise, sadece anlık bir gösterim olduğunu çok özel bir şekilde sezer.

Yılmaz Öner'e göre yukarda açıklandığı gibi; maddenin dış dünyası dediğimiz fiili gerçekliğinde, bir üretim mekanizması ve belirleyicilik yoktur. Yani bir olgunun özdeş kılınabilmesinde, onun fiili etkinliği veya niteliğinin hiçbir rolü yoktur. Olgular, genel maddenin ani gerçekliği içerisinde oluşurlar. Fiili gerçeklik ise; bu olmuş bitmiş normların temsil edildiği bir sahnedir. Pozitivizmi yanıltan ise; işte bu sahnenin, tek gerçeklik kategorisi olduğu sanılmasıdır. Fiili gerçekliğin burada pasif ve edilgen olarak tasvir edilmesi, bize oldukça sorunlu geldi. Bunun bizce iki temel sorunu vardır. Birincisi; bu türden bir gerçeklik, etkileşimsiz bir varlık demektir ve varolmanın tanımına çelişki içerir. Biz örneğin; Tanrı kavramının bu nedenle varolmaya çelişki içerdiğini yazılarımızda açıklamaya çalışmıştık. Fiili gerçeklik kategorisi yalnızca etkiye uğramasından dolayı dahi bile, ani gerçekleşme olasılığı veya yaşar kalma olasılığı üzerinde bir etkileşim içerir. 

İkincisi; mikro ve makro alem arasındaki ikililiğe benzer şekilde, Yılmaz Öner'in aktüel ve virtüel gerçeklik ayrımındaki bu aktüellik durumu, bu ikililiğin farklı şekilde yeniden üretilme riskini içerir. Bu risk teoride olmasa da, uygulamada vardır. Kuanta teorisinin Aristoteles'in ay üstü ve ay altı alem arasında yapmış olduğu varlık ikililiğine benzer bir şekilde; varoluşta farklı yasalara göre işleyen, iki farklı varlık durumu ortaya çıkarma riski taşıdığını belirtelim. Böyle bir şey her zaman, varoluşta bir çelişki olarak yorumlanmalıdır. Farklı yasalara tabi varlık alanlarının bulunması, yani varlıkta özsel bir ayrımın bulunmasının mantıksal bir çelişki olduğunu daha önce göstermeye çalışmıştık.

İşte Yılmaz Öner'in prodeterminizm teorisinin özü; doğanın gerçek determinizmini, maddenin bu içsel sonsuz potansiyel deposunda aramasıdır. Determinizm ise; maddenin bu içsel koordinatlarında bulunan zaman enlemindeki enerji olanaklarının geometrik ilişkilerinden doğacaktır. Yılmaz Öner'e göre; pozitivist ontolojiye bağımlı bütün determinizmler başarısız kalmak zorundadır. Hatta kuanta teorisi dahi; kendi ürettiği belirsizlik durumlarını açıklamakta yetersizdir. Peki neden?

Çünkü kuanta teorisi dahi, pozitivist ontolojinin etkisinden sıyrılmış değildir. Bunun için; ölçülen sistemin ölçen sistemden tamamen bağımsız, kendisine ait virtüel olanaklar deposu halinde bir iç geometrisine sahip olduğunu kavrayamaz. Böylelikle kuanta teorisi; sistemin kendi içindeki enerji alternatiflerinin fiili olarak gerçekleşme olasılığını, eşit olarak varsayar. Oysa Yılmaz Öner'e göre bu, hatalı bir yaklaşımdır. Çünkü; doğadaki bu potansiyel depodaki olanakların hepsinin kendisine ait ayrı bir gerçekleşme ölçeği ve olasılığı vardır. Bunun için kuanta teorisi de; ölçülen sistemin gerçekleşme alternatiflerinin dağılımını, ölçülen sistemin kendisinin içsel zamanına değil, ölçen sistemin içinde bulunduğu duvarda asılı duran saatin zamanına mahkum etmiştir. Kuanta teorisi de ölçüm olayını; bir müdahale veya arıza olarak kavramaktan uzaktır.

İşte Yılmaz Öner'in özetlediğimiz buradaki düşünceleri, onun ne kadar önemli bir fizikçi olduğunu ortaya koyar. Her ne kadar üstadın savunduğu ölçülen sistemin, ölçenden mutlak bağımsızlığı bizim açımızdan büyük bir problem ve hata olsa da; P gerçekleşme veya ani olasılık ölçeğini, her enerji alternatifinin kendi özel durumuna göre, dinamik bir şekilde kurar. Ancak ilerledikçe görülecektir ki; virtüel düzeyde dinamik olarak kurulan P olasılığı, fiili dünyada oldukça statik bir konuma düşecektir. Örneğin; bir virtüel alternatifin ani gerçekleşme olasılığı ile yerini kaybetmesi beklenen fiili gerçekliğin yaşar kalamama olasılığı özdeş kılınacaktır. Burada teorinin kendi içerisinde tutarlı olduğunu söyliyelim. Ancak tutarlı olsa da, hatalı bir yönü bulunmaktadır. Bu da; fiili gerçekliğin oldukça statik olarak formüllendirilmesinden kaynaklanmaktadır. Oysa, ölçen sistemin de sahip olduğu sonsuz olanaklar deposu yok mudur? Aynı şekilde ölçülen sistem de, fiili bir gerçekliğe sahip değil midir ve bu etki zaten bu gerçeklik üzerinden yürümüyor mu? Bu etki zaten aynı an içinde gerçekleşiyor. Bu yüzden bu etki, neden tek yönlü olsun veya neden bir karşı etki olmasın? Yani, ölçüm sonucunda ortaya çıkan arıza neden sadece ölçülen sistem için geçerli olsun?

Bu soruları neden sorduğumu Yılmaz Öner ile ilk defa karşılaşan birisi, henüz teorisinin şu ana kadar anlattığım kısmı içinde anlamayabilir. Çünkü bu sorular; daha ileriki bölümlerde anlatacağım durumlar ile ilgilidir. Çünkü aslında; her şeyin her şeyle bir müdahale veya arıza ilişkisi içerisinde bulunduğunu, fiili de olsa varoluşta statik hiçbir şeyin bulunamayacağını, arızanın sürekli ve karşılıklı olduğunu, dinamik ve mutlak belirleyici virtüel gerçeklik ile stabil ve mutlak belirlenen aktüel gerçeklik ayrımının hatalı bir yaklaşım olabileceğini düşünüyoruz. Onun dışında prodeterminizmin, kendi içerisinde tutarlı ve özgün bir teori olduğunu söyleyebiliriz. Bir sonraki bölümde de; üstadın virtüel gerçeklik ve virtüel zaman kavramlarını, onun formüle ettiği simgesel şekle uyarak ve niceliksel yönüyle birlikte açıklamaya çalışacağız.

REFERANS

Yalçın Koç, Determinizm ve Mekan, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, 1984

Yılmaz Öner, Pozitivizmi Eleştirmek, İstanbul, Metis Yayınları, 1985

Yılmaz Öner, 'Diyalektik: Olasılıktan Determinizme Doğru', Fizik ve Felsefe, İstanbul, Belge Yayınları, 2000