2 Kasım 2016 Çarşamba

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine II


İkinci bölüme şu soruyu sorarak başlamak istiyorum. Toplum nedir?  Bu soru için yapısal bir tanımı başka bir bölüme bırakarak soyut ve anlamsal bir tanım yapmam gerekirse, Toplum; insan aklının devre dışında kaldığı, '' akıl ve duygu çatışmasında '' aklın yerini duygusal verilerin aldığı, insanın maddi boyutunun dışında bulunan ve bunun için asla bilgisine ulaşamayacağı duygusal enerjinin, insanın bireysel ve ahlaksal tüm alanlarını ele geçirip oluşturduğu ama mit ve sembollerle maddi boyut kazanan, insan zihninin duyusal alanına ait hayali bir tasavvurdur. Ancak hayali bir dizayn olması, onun insan dışında bir gerçekliğinin olmadığı anlamına gelmez. Onun için, salt üyelerinin tek tek sayısal toplamından ibarettir diyemeyeceğimiz gibi, doğa yasalarının etkisinde olmayan onun hayali bir görüntüsü de diyemeyiz. Doğa yasalarının temel belirleyici olması genel kuraldır. Bu kural toplumsal alanda da işler. Toplumun oluşumu, yapısal süreçleri ve değişimleri, ekonomik ve teknik faktörlere bağlıdır. Toplumun kendisinin doğa yasalarına karşı hiçbir belirleyiciliği yoktur. Burada temel ve tek belirleyici insan aklı ve onun keşfedebildiği doğa yasalarıdır. Bunun için, ekonomik ve teknik faktörlerin akli süreçlere dayanması ama insan aklının devre dışında kaldığı bir olgu olan toplumu dönüştüren temel etkenlerin de bu faktörlerin olması arasındaki çelişki sadece görünüşte kalır. 

İnsan aklı asla toplum tarafından dönüştürülemez, onun kendi salt özüne bir etkide bulunamaz. Ama toplumsal alan insan aklına bir müdahalede bulunamasa bile onu devre dışında tutar ve baskılar. Daha önce burada doğa yasalarının baskılansa dahi asla yok edilemeyeceğinden söz edilmişti ve örnek olarak da toplumda baskılanan cinsellik olgusunun, sapıklık derecesinde vahim sonuçlarla geri dönüşümde bulunduğu ifade edilmişti. Hemen belirtilmelidir ki, buradaki etki yapısal değil davranışsal bir etkidir. Yani doğa yasalarının yapısal olarak bir değişiklik geçirmesi söz konusu değildir. Buradaki özsel değil, sadece davranışsal bir şekil değişikliğidir. Çünkü, doğa yasaları insan aklının baskılandığı duyusal bir alanda etkide bulunmuştur. Yukardaki tanımdaki çelişkinin sadece görünüşte olduğunun daha iyi anlaşıldığını umuyorum. Toplumun üretiminde ve sürekliliğinde, geleneksel hiyerarişik düzenin oluşumu ve sürdürülmesinde, norm ve kurallarının oluşumunda insan aklı sürekli baskılanır ama onun yapısal belirleyiciliği genel kuraldır. Çünkü gücünü doğa yasalarından alır.

Buradan söylenmesi gereken bir diğer nokta da, toplumsal akıl diye bir kavramın asla var olamayacağı ve oldukça gülünç gözüktüğüdür. Buradaki temel çatışma, bireysel akıl (insan aklı) ve bireyin duygusal alanı (haz olgusu insanın duygusal alanının içindedir, bu ikisini birbirinden dışlayan yaklaşımlar benim tarafımdan kabul edilmiyor) arasındadır. Toplum ise bu çatışmada duygusal alanı temsil eden ve onun görünüşte zaferle çıktığı bir olgudur. Toplumsal akıl diye bir kavramın tamamen red edilmesi, toplumu tarihsel olarak da analiz ederek rahatlıkla görülebilir. Burada Auguste Comte'nin terminolojisine başvurarak, onun geliştirdiği üç hal yasasından hareketle insanlık tarihindeki toplumsal gelişim dönemlerine değinilecek. ( 1 )

Auguste Comte
1. Teolojik Dönem; 1300 yılına kadar olan bu dönemde insan bütün olguların doğa üstü güçlerin bir sonucu olduğunu düşünür. İnsan aklının kullanımının oldukça sınırlı olduğu bu dönemde, duygular ve hayal gücü baskındır. Herşeyin nedeninin Tanrı veya Tanrılar olduğu kabul edilir. Bu dönemde kabile örgütlenmeleri ve geleneksel aile yapısı yaygındır. Cemaatçilik olgusu ve toplumsal yapı oldukça sıkı ve güçlüdür. Aklın kullanımı oldukça sınırlı olduğu için doğa yasaları henüz yeterli seviyede keşfedilememiştir. Bunun için ilkel yaşam standartları görülmekte, bireysellik yok denecek kadar azdır.

2. Metafiziksel Dönem; 1300 ve 1800'lü yılları kapsayan bu dönem akıl ve duygu çatışmasının yoğunlaştığı, insan aklının ve dolayısıyla bilimsel gelişmelerin, toplumun geleneksel baskılarına karşı mücadelenenin arttığı, sanayi devrimine uzanan ve geleneksel aile yapılarının çözülmeye başladığı dönemdir. Bu dönemde, akıl ve toplumsal yapı arasındaki karşıtlık, Avrupa'daki reform hareketleri döneminde, kilisenin geleneksel toplumsal yapı ve kalıp yargılarını korumak adına bilim adamlarına yaptığı baskı ve sansürden görülebilir.

3. Bilimsel Dönem ve Bilgisayar Çağı; 1800' lü yıllardan itibaren pozitif düşüncenin gelişmesiyle (buradaki gelişmenin kaynağı görüldüğü üzere toplumsal süreçler değil bireysellik ve bireysel akıldır) bu dönemde toplum ve onun her türlü baskıcı, sansürcü, saldırgan yapı ve yargıları zayıflamaya başlamıştır. Düşünceler ve açıklamalar artık, sadece toplumsal üretimle ortaya çıkabilecek; dinsel spekülasyonlara, geleneksel hurafelere değil, bilime ve ampirik deneylere dayanmaktadır.

Burada toplumun zayıflaması ve bireysel aklın zaferini müjdeleyen iki temel ayrıntı vardır.

1. Artık olgularda ''doğru veya yanlışın'' değil ''gerçeğin'' aranması. Doğa yasalarında doğru veya yanlış gibi toplumun önyargılarına konu olan ve üzerinden hiçbir dayanak noktası kurulamayan göreceli kavramlardan söz edilemez. Ancak, bu gelişmenin henüz başlangıç düzeyinde olduğu belirtilmeli ve bir geçiş döneminin ilk adımı olarak görülmeli. (Doğa yasaları incelenirken bu konuya tekrar değinilecek)

2. Artık geleneksel aile yapıları zayıflamış ve onun yerini modern çekirdek aileler almıştır. Bireysel zaman ayırımlarının artması, insanların aileleriyle değil de daha çok kişisel arkadaşlarıyla veya bilgisayarlarıyla zaman geçirmeye başlaması, toplumun yarattığı kişiliksizleşme problemini zayıflatabilecek unsurlardır.

Günümüzün gelişmiş batılı ülkelerinde toplumsal yapı ve hiyerarşik düzen çözülmekte, bireysel yaşam ve örgütlenme modelleri hız kazanmaktadır ve bu da insan aklının oradaki gelişiminin daha fazla görülebildiğinin en önemli kanıtıdır. Aslında süreç iki yönlü işler. Oradaki yaşamın geleneksel unsurları azaldığı, bireysel hayat tarzı arttığı için bilimsel gelişmeler orada daha yoğun yaşanabiliyor ve insan aklı geliştikçe pozitif düşünce hız kazandıkça, bireyselleşme aynı oranda yükseliyor toplumsal yapılar boş inanç ve kalıplar zayıflıyor. Çünkü; toplumsal yaşam, onun inanç sistemleri ve onun kuralları insan aklına yapılmış en büyük hakarettir.

Bir sonraki bölüme atıfta bulunarak, bir takım önermeler ortaya atarak bu bölümü sonlardırmak istiyorum. 

1. Nerede ve ne zaman olursa olsun her toplumsal yapı kendi içinde kapalı, gelişmeye direnç gösteren, muhafazakar bir yapıdadır.

2. Nerede ve ne zaman olursa olsun tüm toplumsal yapının oluşum kaynağı, birlikte yaşama, dayanışma ve korunma olgusu değil; esas olarak üretimin bölüşümü, iş bölümünün uygulanabilmesi, sınıfsal yapının korunumu ve sürdürülmesi, belirli bir sınıfa uygulanan tahakküm olgusudur.

3. Toplumsal her yapıda insan aklı baskı altında tutulacağından, her toplumda adalet olgusu, toplumun kendi dönemsel, mekansal şartlarına veya belirli bir sınıfın çıkarına göre düzenlenecektir.

4. Toplum; insanın duygusal alanının anonim düzeyde temsil alanıdır. Bunun için kişiliksizleşme ve sorumsuzlaşma problemini beraberinde getirir. Kontrolsüz bir mit ve sembol üretim yeri olduğu ve güçlü bir korunma içgüdüsüne sahip olduğu için nefret duygusunun ana kaynağıdır. Adalet ve eşitlik gibi olgular toplumsal yapıda her zaman baskılanacağı için Dünya'nın yoksulluk, adaletsizlik, kirlilik gibi genel problerinin temel kaynağıdır. Bunun genel dayanağı toplumun kendi yapısal, özsel mantığından gelir.

5. Doğa yasalarının genel belirleyici olması ilkesi gereğince, insanın evrimselleşme sürecinde toplumsal yapılar zayıflayacak, bireysel akıl ve bireysellik olguları zamanla daha da güçlenecektir.

Bu bölümü burada bitiriyorum bir dahaki bölümde önce topluma yapısal olarak bakılacak ve üç temel yasayla devam edilecek.

REFERANS

( 1 ) Temmuz Gönç Şavran, ''Sosyolojide İlk Dönem Gelişmeler'', Klasik Sosyoloji Tarihi, (der) Serap Suğur, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, 2013