6 Ekim 2016 Perşembe

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine I


'' Doğal '' kelimesi üzerine konuşulduğu an, özellikle günlük kullanımda görüldüğü şekliyle akla gelen ilk şey insan dışındaki her şeydir. El değmemiş, insanın etkisinden uzak, tamamen doğaya ait ve doğal. İnsan etkisi ise bunu beşeri ve suni bir anlama sürükler. Oysaki, insan maddi varlığı ile birlikte tamamen doğal bir varlıktır ve yaptığı etkiler de toplum ve sosyal çevre tarafından yozlaştırılıp çarpıtılsa da, doğal nitelikte olmak zorundadır. Önce size şunu söyleyeceğim. Yıllarca duyduğumuz ve bizlere hayatımız boyunca sürekli söylenen bir yalanı. '' İnsan sosyal bir varlıktır '' yalanını.

Bu yalan, öyle kökleşmiş, kalıp bir yargı olmuş ve tartışılamaz bir hal almıştır ki, bu konu hakkında aksi bir iddiayı söyleme teşebbüsünde bulunanı dahi hayatlarınızda göremezsiniz. Ama, eğer bir felsefeciyseniz sizin alanınız herşeydir, amacınız nihai gerçekliğe ulaşmaktır. Söylenenler, anlayışlar, ilgiler, görünüşteki ilk duyusal veriler, popülizm, maddi çıkar, insanların sevgi ve nefretleri sizin için hiçbirşey olmak zorundadır.

Şöyle ki, toplumun asosyal olarak gördüğü ve bu sebeple psikolojik sorunlu olarak addettiği, hatta kendisine psikoloji literatüründe lakap (hastalık ismi vs.) verilen genç veya ergenlik çağındaki bir çocuk veya sadece bir insan, aslında kendi düzenine, kişiliğine uymayan; kendi doğal varlığından gelen ahlak anlayışına, sorumluluklarına benzeşmeyen suni ve yabancı bir ortama adapte olamamıştır ve bu sonsuz bir şekilde doğal, normal ve olması gereken bir durumdur. Ama sosyal ortamda bu kişi bir rahatsızlık kaynağı olacaktır, çünkü uyumsuzdur. Aslında bu ve buna benzer insanlar için bu rahatsızlığın sebebi, kendisinin mevcut toplumsal düzene, kural ve normlarına karşı bir tehdit olarak görülmesidir. Ancak bu durum, sağduyu tarafından fark edilmeyecek ve dillendirilmeyecektir. Ama toplumun katı yapısı gereği, içten içe süreç bu şekilde işler. Kişiden kendi kişiliğini ertelemesini, sorumluluğunu toplumsal sorumluğa devretmesi istenecektir. Toplumsallaşma sürecinde ortaya çıkan iki temel sorun böylece şu şekilde belirir;

1. Kişiliksizleşme,

2. Sorumluluk Reddi,

Kişiliksizleşme; toplumsal süreçlere uymak, adapte olmak ve kendi çıkarı için kendi görüşlerinin tersini söyleme, aslında bireysel olarak kabul edemeyeceği davranışları sergileme; normalde kötü göreceği şeye iyi, iyi kabul edeceği şeye kötü deme şeklinde kendini gösterir. Toplum içerisinde birey, zorunlu olarak bireysel ahlakına veda eder. Çünkü kişilik olgusu bireysellikten çıkıp toplumsallaşacaktır. Artık toplumun kişiliği ve ahlakı gerçekliğe bürünecektir. Yani aslında var olmayan, insanların imgelemleri tarafından yaratılıp gerçek sandığı hayali bir gerçekliğin. Bu ise ekonomik süreçlerle belirlenir, işte sorun burada başlıyor ama şimdilik bu kadarla bırakalım.

Sorumluluk Reddi; bireysel olarak şekillenen ve doğal süreçlerle sağlanan, bu evrene aidiyet duygusundan kaynaklanan duyarlılığın, sağlıklı, erdemli yaşama istencinin bireysel düzeyde red edilip (tabiki bu red görünüştedir) topluma devredilmesi ve yine, aslında hayali bir gerçekliğin insan yaşamında, sağlığında, hayat kalitesinde söz söylemesi. Günümüz toplumlarının kapitalist tüketim kültürüne nasıl uyum sağladığı görülünce, doğaya liberal bir anlayışla bir değişim değeri gözüyle baktıkça, doğanın düzenin nasıl felakete sürüklendiği ve iklim değişimlerinin derecelerinin boyutlarına şaşırmamak gerekiyor. Bunun sorumluluğunu üzerine alıcak kim var ? Ama toplumsal aktörler vardı değil mi ? Hala varlar.

Şimdi başa dönelim, henüz bu koşullara yeterince adapte olamamış asosyal insanımız kendisinin ne kadar normal bir durumda olduğunun farkında değildir. Gerçektende yaşam toplum üzerinden dönüyordur, güzel kızlar güzel erkekler hep oradadır, eğlence ve şamata da. Kendi doğalarına yabancılaşmış insanlar utanma dürtülerini de topluma devrederler. Toplum içerisinde uyumsuzluk veya normlarına karşı saygısızlık utanç kaynağıdır. Ama asosyal insanımızın kendi doğasından gelen kendi kişiliği ve utanç dürtüsü vardır. Gerçek ve normal olan da bundan başkası değildir.

Bu kişinin toplum tarafından rahatsızlık kaynağı olup sürekli baskı altında kalacağını belirtmiştik. Hatta ailesi de bunların başında gelerek, çocuğunu sosyal ortama adapte edebilmek için elinden geleni yapacaktır. Aslında haklıdır da, çünkü o ortama giremediği sürece gelecekte o insanı büyük sorunlar beklemektedir. Çünkü toplum, doğadan gelen her türlü kaynağı da emerek kendi menfaati doğrultusunda dönüştürecektir. En çok dalkavukluk düzeyinde başarılı olabilenler, yağcılar, gösteriş budalaları ve toplumun yapısını en iyi çözümlemiş kurnazlar bundan en çok yararlanacaktır. Muhafazakar toplumlarda en çok prim yapabilenlerin din adamları olmalarına bu yüzden şaşırmamak gerekiyor. Zaten, bu mekanizmaları ve işleyişleri birey toplumsallaşma sürecinde öğrenir. Yani burada, kişiliksizleşme ve sorumluluk reddi ile beraber kişilerin kendisinin çıkarcı veya bencil olamayabilecekleri anlaşılmasın. Burada doğal süreçlerin ertelenmesi aslında söz konusu değildir. Sadece öyle sanılır. Doğa yasaları her zaman ve her koşulda işlemeye devam eder. Burada olan şey, doğa yasalarının suni bir hüviyete bürünüp, insanların doğal davranışlarına bir aykırılıkla devam edip ama bunu toplum dedikleri bir gösterişle ve yalanla perdeleme çabasının bir sonucudur. Ensest ilişkilerin, tecavüzlerin, sapkınlıkların en çok yaşandığı yerlerin aslında doğal süreçlerin en çok baskı altında tutulmaya çalışıldığı, cemaatçilik ve toplumsal kültürün en yoğun görüldüğü muhafazakar yerler olması bir tesadüf değildir. Sınıf mücadelesi ile ilgili yazımda anlatırken belirttiğim gibi, doğal süreçler asla yok edilemez sadece baskılanabilinir ama bu onun daha değişik ve vahim bir şekilde geri gelmesini engelleyemez. Bu sadece bir boyutu, bunun ekonomi ve siyasi boyutu da anlatılacak ama şimdi değil.

Sonuçta, asosyal insanımızın ailesi haklı olarak çocuğunun toplumsal süreçlere uyum sağlayabilmesi için çaba gösterecek ve ona şu yalanı söyleyecektir. ''Bilgisayarının başından kalk ve biraz toplum içerisine gir, çünkü insan toplumsal bir varlıktır''.

Bu ön girişi yaptıktan sonra, bir sonraki yazımda artık hukuk, ahlak ve doğa olmak üzere üç temel yasa incelenmeye başlanacak ve bu konunun ekonomik ve siyasi açıları sorgulanacak.