10 Aralık 2020 Perşembe

Yılmaz Öner'in Prodeterminizm Teorisi IV

 
IV - Olasılıkçı Evrim Teorisi ve Sonuç
 
Önceki bölümde Yılmaz Öner'in herhangi bir vuku olanağının ani gerçekleşme olasılığını veren ana diferansiyel denkleminin elde edilişini göstermiştik. Olasılığın ana denklemi şu şekildeydi;
 
Q / ∆T ≈ [ d(1 / H) / dT ]
 
Burada tekrar özetlersek: dT ifadesi; aktüel bir zaman anı içerisinde olmayan fakat fiili olarak gerçekleşmeye hazır bir enerji alternatifinin, aktüel zaman anına tutuklanma süresi yani virtüel bir zaman sapmasını ifade ediyordu. ∆T ifadesi; işte bu virtüel enerji alternatifinin, ona yabancı başka bir sistem içindeki ölçücü zaman aralığına tekabül ediyordu. Yani dT zaman aralığı, ölçülen sistemin içsel doğasındaki diferansiyel ve virtüel bir süre iken; ∆T zaman aralığı, vuku olasılığının ölçen sisteme ait gerçekleşmesinin beklendiği bir çok dT virtüel zaman aralığını içerebilecek aktüel bir zaman aralığına tekabül ediyordu. Buradaki dT kavramının imajiner bir kavram olduğu belirtilmelidir. Q ifadesi; ani gerçekleşme olanağının aktüel bu ∆T süresi boyunca fiili yaşamda vuku bulma olasılığını ifade ediyordu. d(1 / H) ifadesi; bir önceki bölümde detaylıca açıkladığımız Schrödinger enerji operatörüne ters etki eden anti dinamik enerji operatörü tarafından üretilen diferansiyel enerji artığıdır.
 
İşte Yılmaz Öner'in ana denklemi aktüel yaşamı, sonsuz enerji alternatiflerinden oluşan virtüel zamana bağlayan; makro evreni mikro evrenle birleştiren bir köprü görevi görmektedir. Yılmaz Öner prodeterminizm teorisini, kuanta teorisindeki indeterminizm sorununu çözebilmek için geliştirmiştir. Ancak bununla kalmamış ürettiği kavramlarla fizik ve felsefe dünyasına çığır açıcı yenilikler getirmiştir. Prodeterminizm canlıların dünyasına uygulandığında ise, birazdan açıklayacağım olasılıkçı yeni bir evrim teorisi ortaya çıkmaktadır. Ancak öncesinde; Yılmaz Öner'in fizik ve felsefe açısından devrimsel nitelikte olan virtüel gerçeklik ve virtüel zaman kavramlarının neden bu kadar önemli olduğuna değinmek istiyorum.
 
Felsefedeki mümkün varlık veya imkan kategorileri dahi varoluşun bu yönünü gerçekliğin diğer bir yüzü olarak tasarlamaktan uzaktır. Ayrıca klasik tarzdaki bu kategoriler, niceliksel olarak tanımlanamazlar. Çünkü; özdeşlik ilkesinin olasılıksal değerden başka bir şey olmadığını görmekten uzaktırlar. Ona hep metafiziksel aşkın bir anlam yüklerler. Bu nedenle tüm felsefe tarihi başarısızlıklarla doludur. Kendi anlam kategorileriyle varlığın kendi özsel değeri arasında bir sınır çekemezler. Numenlerin bilinemeyeceğini söyleyenler dahi bunun nedenini insanın subjektif algılarına bağlarlar. Oysa varlığın kendisinin ne olduğunun hiçbir zaman bilinememesinin nedeni; varlığın hiçbir zaman kendisi olamamasıdır. Varoluşta hep sabit ve mutlak kalan bir şey ararlar. Bunun uğruna Platon gibi; aktüel gerçekliği inkara kalkıp, ideal varlık tasarımları dahi yapılır. Oysa Yılmaz Öner'in de gösterdiği gibi ani gerçekliğin ortaya çıkma sebebi, aktüel varlığın kendi kendisiyle özdeşleşememesidir. Veya benim ifade ettiğim şekliyle varolmanın nedeni, hiçbir şeyin kendisi olamamasıdır. Özdeşlik ilkesi artık Yılmaz Öner ile beraber varlığın yaşar kalma olasılıksal değerine dönüşür. İşte bu bir devrimdir.
 
Bir başka devrim de fizikte, yani Yılmaz Öner'in zaman kavramına bakışıyla gerçekleşir. Klasik fizikte geçmiş ve gelecek, şimdiki an denen sonsuz küçük bir zaman anıyla ayrılmıştır ve bu an gözlemcinin hareketinden etkilenmez. Einstein izafiyet teorisiyle bu zaman anının gözlemcinin bulunduğu mesafeye bağlı olduğunu ortaya attı. Böylece şimdiki an; gözlemciye olay anından çıkan ışığın ulaştığı ve gözlemciden giden ışık sinyalinin olay anına ulaştığı iki karakteristik zaman aralığı olarak tanımlanır. Bu iki aralıkta gerçekleşen tüm olaylar gözlemci için aynı andadır. İşte burada temel bir problem var. Çünkü; şimdiki an kavramıyla, şimdiki zaman kavramı aynı şeymiş gibi kabul ediliyor. İşte Yılmaz Öner'e göre; Aristoteles'den beri insanlık tarihi, bu iki kavramı birbirinden ayırıp aksiyomatik bir tanımını yapamamıştır.
 
Einstein bile zamanın gerçek doğasını tam anlamıyla ifade edememiştir. İzafiyet teorisinin ele aldığı zaman, zamanın kendi içsel özelliğine göre akış veya ötelenme tutumu değildir. Çünkü zamanın akış veya ötelenme tutumunu bütün ilgi sistemleri için aynı olarak kabul eder. Zamanın ötelenme veya akış tutumu evet sistemden sisteme göre değişebilir, ancak hep zamanın kendi içsel doğasından bağımsız sistem dışı değişkenlere bağlı ölçülüş oranı söz konusudur. Einstein dahi genel olarak zaman kavramını ölçücü sistemin kendi aktüel zamanına, yani duvarda asılı duran saatin zamanına mahkum eder. İzafiyet teorisi dahi sistem içindeki ölçülen zaman, yani sistemin kendi içsel zamanının ötelenme temposu için herhangi bir yargı verebilecek durumda değildir. Daha doğrusu; böyle bir şeyin varlığını, yani virtüel zamanın varlığını tasarlayacak durumda dahi değildir. Zaman, sistemden sisteme değişen ölçülme tutumunun farklılığına uğrasa bile bu ölçen objeyi ilgilendirir; zamanın kendi ontolojik tutumunu değil. Bu nedenle Yılmaz Öner'e göre; izafiyet teorisindeki zamanın bağımsız bir değişken olarak alınışı yapmacık bir bağımsızlıktır.
 
Yılmaz Öner'in virtüel zaman kavramı, zamanın mikro her sistem içi değişkenlere göre farklı bir akış temposu olduğunu söyler. Ona göre zamanın akışı; mikro evrendeki her mikro ilgi sisteminin olgu haline geldiği, yani olaylaştığı vuku anlarının ilerleyişi veya ötelenmesidir. Ve bu ilerleyiş makro sistemlerde bir ve aynı olarak gözükse de, mikro sistemden başka bir mikro sisteme değişme gösterir. Bu nedenle zamanın gözlemciden bağımsız olarak kendine özgü bir akış ölçeği veya objektif bir temposu vardır. Bu tempo her sistemde farklıdır. Bu nedenle zaman kesinlikle mutlak değildir. Ancak gözlemciye mahkum da değildir. Böylelikle Yılmaz Öner; gerçekliğin üzerindeki özellikle kuanta teorisinin Kopenhag yorumuyla ortaya çıkan modern idealist zırvaları da yok ederek bir başka devrimi gerçekleştirmiş olur.
 
Prodeterminizm teorisi felsefe ve fizik alanında bir teori olsa da uygulama alanları iktisat, sosyoloji veya biyogenetiğe kadar yayılır. Örneğin; prodeterminizm açısından toplum da, fizikte yaptığı madde gibi birer olanaklar deposu olarak kabul edilir. Toplumsal ilerleyiş çizgisi, içerisindeki unsurların aksamazlık şiddetinde ortaya çıkan arızalarla evrile devrile diyalektik bir biçimde ilerler. Ancak biz burada, prodeterminizm teorisinin doğanın genel evrimsel ilerleyiş çizgisini açıklayan biyogenetik kısmıyla ilgilenip, bu devrimsel teoriyle ilgili açıklamalarımızı da bu konuyla sonlandıracağız.
 
Darwinci veya modern biyogenetik evrim teorisi; canlılık denen fenomeni, canlı bireylerin aritmetik toplamı olarak görür. Canlılığı bireyin kendisi ile eş tutar. Çevreyi sadece bireyi değiştirici kalite ölçüsünde varsayar. Yani çevre değiştirir, ayıklar, seleksiyon yapar. Ancak çevrenin kendisi değişmez, hep sabit kalır. Çevre, Darwinci teoride Tanrı gibi bir şeydir. Bireylerin ürün ve artıklarından hiç etkilenmez. Prodeterministik terminolojiyle söylersek; Darwinci evrimsel ilerleyişte çevrenin değişmeme olasılığı hep sabittir. Darwinci veya modern evrim bu nedenle tikel bir evrim öngörür. Yani Darwinistik evrim, çevrenin değişmeme olasılığını sabit kabul eder. Bireyin değişmezlik olasılığı ise monoton olarak artar. Yani (u) aksama şiddeti monoton olarak azalır. Bir enerji olanağının ani gerçekleşme olasılığını (1 / R)i olarak göstermiştik. Burada u aksama şiddeti; bu virtüel değerin, aktüel enerji değeri için alternatif bir ifadesidir. Yani ani gerçekleşme olasılığı arttıkça, u aksama şiddeti de aynı oranda artacaktır.*
 
Charles Darwin

Daha çok toplumsal evrimle ilgilenen Marksist evrim görüşü ise; Darwin'in çevre görüşüne zıt olarak, toplumu aktif ve dinamik olarak tasarlar. Toplumun evrimi böylece Marx'a göre; tikelin değil, toplumun bütününün evrimidir. Böylece (u) aksama şiddetinin matematiksel karşılığı olan P(u) değişmeme olasılığının kendisinin değiştiğini ileri sürer. Ancak Yılmaz Öner'e göre; Marx da tıpkı Darwin gibi tarihsel bir hataya düşerek, toplumun kalitesinin kalıcılığı olan P(u) değişmeme olasılığının monoton bir biçimde olmasa da gittikçe monotonlaşarak artacağını öne sürer. Yani aksama şiddeti (u) gittikçe azalmaktadır. Öyle ki kritik bir ihtilal yani komünist devrim (prodeterministik açıdan bir tür arıza) sonrasında bu değer sıfıra yaklaşacak evrim monotonlaşacaktır. Yani Marx; Darwin'in tikel için uyguladığı determinist monotonculuğu, tarihin daha ileriki dönemlerine erteleyerek tümel için sürdürmektedir. Sınıfsız toplumu Darwin'in evrensel bireyi gibi görür. Böylece Hegelci idealizmi bir şekilde yeniden üretmiş olur. Oysa Yılmaz Öner'e göre; evrimin ne bir başlangıç noktası, ne de bir nihai sonu vardır. Marx veya Darwin'in bunu saptayamamasının nedeni; pozitivizmin etkisi altında kalmaları ve onların olasılıklara dayanan genel bir deterministik teoriden yoksun olmalarıdır.
 
Yılmaz Öner'e göre ani gerçekleşme olasılığı; bütüne değil, onun tek tek olanaklarına aittir. Böylece ortak nitelik, bir tek olanak ile kendini açığa vurabilir. Bu bir enerji olabilir. O zaman ani gerçekleşme olanağı enerjinin miktarını verecektir. Veya bir tür arıza da olabilir. Buradaki ani gerçekleşme olasılığı ile (u) aksama şiddeti arasında matematiksel bir fark olmasa da, Yılmaz Öner'e göre aralarında genetik bir fark vardır. Şöyle ki;

Bir B1 potentiasını düşünelim. Bu potentiadan aktüelleşen U1 ürünleri (çıktıları), başka bir B2 potantiası için girdi sayılır ve onu oluşturur. Böylece (1 / R)i değeri, U1'lerin gerçekleşme olasılığı olarak B2 potentiasının oluşma düzeyini belirler. Öte yandan (u), oluşan B2 potentiasının aksama şiddeti olup sistemin arızalanma ölçeğidir. Kısacası bu iki olasılık değeri matematiksel olarak aynı anlamda olsa da; doğa içerisinde biri oluşturuculuk, diğeri de diyalektik olarak işlev görür. İşte bu iki değer evrimsel ilerleyişin yörüngesini çizmektedir. 
 
B1 potentiasının ürettiği aktüel U1 ürünleri, B2 sistemi için birer gerçekleşmeye hazır virtüel değerlerdir. İşte buradan aktüelleşen değerler de B3 potentiasını oluşturacaktır. B1 potentiası içindeki değerlerden ancak kendini yeniden üretebilenler B2 potentiasının malıdır artık. Bu nedenle B1 potentiası; tıpkı kendisini oluşturan bir önceki potentia gibi, hem kurucu hem de arıza çıkarıcı unsurları üretir. Yani tıpkı tüm varlığın kendisi gibi içten çelişkilidir. Çünkü burada aktüelleşemeyen ürünler, arıza çıkarıcı potansiyelini her zaman korurlar ve fiili olarak gerçekleşmeye her zaman hazırdırlar. Bir potentianın aksamazlık yeteneğine P, aksarlık yeteneğine Q dersek üretim ilişkilerinin aksarlık ölçüsü fonksiyonu; Q[A(B1)] = 1 - P[A(B1)] şeklindedir. Buradaki 1 değeri ideal aksamazlık durumudur. Hiçbir sistem bu değere ulaşamaz. Her sistem belirli bir işlerlik tavanının altında kalmak zorundadır. Bu, her sistemin maksimal bir aksamazlık düzeyi veya nominal oluşma olasılığıdır. Bu değerler arasındaki ilişki; Max P[A(B1)] < İdeal P[A(B1)] ≈ 1. Maksimal aksamazlık, ideal oluşma yeterliliğinden küçüktür ancak real oluşma olasılığından da büyük. O halde aralarındaki ilişkiyi şöyle yazarız:
 
0  <  P[A(B1)]  <  Max P[A(B1)]  <  İdeal P[A(B1)]  ≈  1
 
Klasik determinizm teorilerinde elemanların giderek öncesinden daha çok eklendiği potentiaların bu katılım artışı salt toplamsaldır. Bu potentiaların yeni üretim yasası yaratma olanakları ve eğilimleri yoktur. Bu nedenle, potentialar arasında herhangi bir farktan söz edilemez. Bunların aralarında herhangi bir tarihsellik yoktur. Oysa olasılıkçı evrimsel teoride her biyolojik mekanizma bir akar sistem olarak görülür. Yani salt toplamsal bir yığın olmayan birer olanaklar deposudur. Biyolojik dünya, bu olasılıksal alt dünya içerisinde her dalganın bir basamak (maksimal durum) olduğu bir dalgalanmalar merdivenidir. Her aşama başka bir potentiaya gebedir. İşte bu (u) şeklinde gösterdiğimiz aksama şiddetinin eğrisi, doğanın genel evrimsel çizgisini verir.**

Darwinci veya Marksist evrim teorisinin yetersizliği Yılmaz Öner'e göre; (u) aksama şiddeti eğrisinin tükenemezliğini kavrayamamış olmasındandır. Örneğin Darwinci teoride bireyler; çevre içinde onunla etkileşimi hep tek yönlü, ezilip büzülen, çeşitli kılıklara giren esnek elemanlardır. Ya esneyip uyum sağlayacaklar ya da kırılacaklardır. Marksist teori de bu aksama şiddetinin monotonlaşıp limit değerinden 0'a yaklaşacağı nihai sonu, biraz erteleyerek kurgusal bir ihtilalle yeniden sunuyor. Çünkü bu teoriler elemanların da çevreyi dönüştürdüğünü kavrayamıyor. Her eleman çevrenin kaynaklarını bölüşüp tükettikçe, yani virtüel değerler devreye girmeye başlayınca çevrenin değişmezlik yeteneğinin kendisi değişir. Bu nedenle Darwinci ve Marksist evrim teorileri; bu eğrinin dümdüz monoton azalan yürüyüşüyle belirli, aktüelleri hiç gerilemeden statik bir biçimde iktidarda tutan, katı tasfiyeci (seleksiyonist), hatta faşist bir evrim teorisi ortaya çıkarır. Bunun en temel sebebi; bu teorilerin virtüel gerçeklik dediğimiz gerçekliğin diğer bir yüzünü kavrayacak ontolojik kavrayıştan yoksun olmaları, yani ontolojik pozitivizmin etkisi altında kalmalarıdır. Oysa prodeterminizm teorisi; evrim boyunca üretilmiş faktörlerin hepsinin bir ve aynı anda aktüel, yani fonksiyonel kalamayacağını çok keskin bir biçimde sezmeyi başarır. Üstelik bu bir zaman süresi için değil, tüm bir ve aynı zaman anları için geçerlidir.
 
Prodeterminizmin evrim teorisinde; olanaklar deposu olarak tanımlanan gerçeklik boyunca fiziksel maddeden canlı bilinçsiz maddeye seyreden evrim gösteriyor ki, evrimsel ilerleyiş; potentia denen çevre mekanizmasının işleyişindeki (u) aksama şiddetinin dalga dalga gelişen, sürekli arızalarla ihtilallerle gerileyen, ancak her gerilemeden sonra daha keskin bir biçimde ilerleyen sonu gelmez yörüngesini izlemektedir. İşte bilinçli madde veya sosyal evrim de bu koridorun bir parçasıdır. 
 
Yukarda verdiğimiz örneğe dönecek olursak; B1 potentiasından çıkan U1 aktüel ürünlerinin reaksiyonları, B2 potentiasının fonksiyonunu yani U2 aktüel ürünlerini ortaya çıkarır. B2 potentiası; ürünlerinin kalitesini koruma yeteneği maksimal düzeyde kaldığı sürece, potentia olma durumunu korur. Ancak aksamazlık yeteneği P2 azalmaya başladığında, yani aksamalar ortaya çıktığında; B2 de tam bir potentia olmaktan çıkar. (u) aksama şiddeti maksimal düzeye çıkar ve ihtilal gerçekleşir. Bu durumda potentia eski üretim tarzıyla çalışamaz, ancak potentia mekanik bir sistem değildir. Bu nedenle duraklamaz. Artık potentiadaki diğer biyotik virtüel değerler devir almıştır. Yani ihtilal gerçekleşmiştir. Böylece sistem yeni U3 üretim tarzıyla çalışmaya başlar. Bu ürünler yine B2 olanaklar deposu içinden çıkmış olanlardır. Böylece aktüelleşen U3 enerji değerleri de; B3 olanaklar deposunu oluşturacak, evrimsel ilerleyiş bu şekilde sonsuza kadar devam edecektir. Bu evrimsel ilerleyiş canlıların biyogenetik dünyası için geçerlidir. İnsanın toplumsal yapısı ve toplumsal üretim mekanizmaları da bunun içindedir. Biyotik çevre ve sosyal çevrenin evrimsel ilerleyişi içiçedir ve birbirlerinden her zaman etkilenirler.***
 
Tıpkı eski ve köklü felsefi görüşler gibi, Darwinci veya Marksist evrim teorilerinin de mantıksal ve matematiksel yetersizliğini ancak prodeterministik yöntem ortaya çıkartabiliyor. Çünkü prodeterminizm insanlığın düşünce tarihinde daha önce görülmemiş; zaman enlemi, yaşar kalma olasılığı, virtüel gerçeklik gibi kavramlar ortaya çıkarıyor. Üstelik Yılmaz Öner; özdeşlik ilkesini metafiziksel bir ilke olmaktan kurtarıp, matematiksel olarak tanımlanabilen kendini aynen yeniden üretebilme olasılığı haline getiriyor. İşte bu olasılık; fizikteki entropi kavramını, yani enerjinin belli bir değerinin kendini aynen üretememe olasılığını temsil ediyor. İşte bu olasılık; ne kadar 0'a yaklaşsa da, hiçbir zaman 0'a ulaşamayacak hep dalgalanacaktır. Bu nedenle evren Max Planck'ın düşündüğünün tersine; sonunda enerjinin tükendiği ölüm noktasına ulaşamayacaktır.

Böylelikle Üstad Yılmaz Öner'in bu büyük teorisi ile ilgili açıklamalarımızı sonlandırıyoruz. Prodeterminizm teorisi; özellikle günümüz postmodern dünyasına başkaldıran, herşeyi açıklamaya çalışan kapsayıcı, bütüncül, matematiksel ve kendi içerisinde tutarlı bir teoridir. Herşeyi açıklamaya çalışan bir teori elbette bir takım hatalar içerebilir. Çünkü bir teori ne kadar çok şeyi açıklamaya çalışıyorsa, ne kadar cesursa, o kadar fazla yanılgıya düşme riski taşır.

Buradaki yazılarımızda Prodeterminizm teorisinin fizik ve felsefi olarak genel yapısı açıklandı ve burada da biyogenetiğe ilişkin uygulamalı kısa bir anlatımı sunuldu. Ancak bu teori kendi alanının sınırlarını aşar. İktisattan psikolojiye ve sosyolojiye kadar bir çok uygulama alanı vardır.

* Bu değerler tikel enerji olanakları için geçerlidir. Sistemin bir bütün olarak kendisi için değil.
 
** Buradaki (u) aksama şiddetinin eğrisinin grafiksel gösterimi ile bunun Darwinci ve Marksist evrim çizgileriyle karşılaştırılması ve bu teorilerin matematiksel ve mantıksal yetersizliğiyle ilgili daha fazla bilgi için; referans kısmında belirttiğim, Yılmaz Öner'in 'Canlıların Diyalektiği ve Yeni Evrim Teorisi' adlı kitabına bakılabilinir.

*** Ne yazık ki Yılmaz Öner gibi bir düşünür bile insanlığın en büyük yanılgısına düşüp; insanın sosyal çevresini ve toplumsal yapısı ile buradan üretilen inanç sistemlerini evrimin bir aşaması hatta ileriki bir aşaması olarak görüyor. Oysa bu yapı; yazılarımda açıkladığım şekliyle evrimsel ilerleyişteki Yılmaz Öner'in deyimiyle söylersek, bir tür arıza ve aksama durumunun kendisinden başka bir şey değildir. Bunun için bloğumdaki 'Doğa Yasalarına Giriş' adlı makalelerime bakılabilinir.
 
REFERANS
 
Werner Heisenberg, Fizik ve Felsefe, (çev) Yılmaz Öner, İstanbul, Belge Yayınları, 2000 
 
Yılmaz Öner, 'Zamanın Yapısallaştırılmasına İlişkin Felsefi Temeller ve Saat - Zamanın İvmelenmesi', Zaman Nasıl İçimizde Niçin Dışımızda, (der) Yılmaz Öner, İstanbul, Evrensel Basım Yayın, 1994
 
Yılmaz Öner, Canlıların Diyalektiği ve Yeni Evrim Teorisi, İstanbul, Gençlik Basımevi, 1978