7 Temmuz 2017 Cuma

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine VII


İnsanlar Dünya üzerinde tarih boyunca iki tür aşama içerisinde seyrederler ve bu aşamalar eş zamanlı olarak farklı ivmelerle, coğrafi olarak da farklı boyutlarla gerçekleşir. Bu iki farklı boyutun dil üzerinden sınıflaması, iki tür dil farkını da ortaya çıkarır. Bunlardan birincisi saf aklın dili diğeri de toplumsal yaşamın dilidir. Bu iki dil birbirinin ağzından hiçbir zaman konuşamaz ve Dünya üzerindeki hiçbir tercüman bu iki dili birbirine çeviremez. Çünkü, bu iki dil kendi içerisinde farklı iki dünyadır.

Bu ikisini de dil olarak özelliklendirilebilmemin sebebi de, onların doğru ve yanlış aktarım içerisinde bulunabilmesidir. Çünkü doğru ve yanlış sadece dilin bir özelliğidir. Saf aklın dili ise sadece belirli bir formasyona indirgenemez. Ama görünen örnekleri açık bir şekilde bellidir. Matematiğin dili belki de bunun en seçkin örneğidir. Bu onun özelliklerine bakılarak anlaşılabilinir. Çünkü saf aklın özellikleriyle örtüşür.  Her türlü deneyimden muaf olacağı için her türlü belirlenimden de muaftır. Bunun için her türlü ima ve ünlemden muaftır. Evrensel ve kesindir. Toplumsal bir dilde anlatı hiçbir zaman verilen değerle öz değer arasında eşitlik barındırmaz. Ancak matematiksel bir dil ile bu mümkündür. Toplumsal bir dil ile bir olgunun ispatlanmasının hiçbir zaman imkanı yoktur. Ancak matematiksel bir dil ile ispat mümkündür.

Bunun için mantık asla toplumsal bir dil ile ifade edilemez. Yani toplumsal bir dil mantıksal bir dile çevirilemez. Yapılır ise ispatlanamamazlık sorunu ortaya çıkar. Zaten kesin bilginin mümkün olmadığını iddia eden şüpheci yaklaşımların temel yanılgıları burada ortaya çıkar. Temel problem saf aklın dili ile, duygusal belirlenimin dili arasındaki ayrımı gözden kaçırmalarıdır. Dilin konumu sadece toplumsal bir inşa ile ele alınır ama bu yanılgı hiçbir zaman görülemez. Çünkü epistemolojilerinde duygusal bilgi, saf akla yönelen bilgi diye bir ayrım bulunmaz. Üstelik bilgi duyusal bir konuma indirgenir. Oysaki mantık  sadece matematiksel bir dil ile ifade edilebilinir. Buradaki temel hata ise toplumsal bir dili matematiksel bir dile çevirme çabasıdır. Oysa böyle bir çeviri yapılamaz. Buradaki yapılamazlığın anlamı, yapılsa dahi onun özdeş bir çeviri olamayacağı ile ilgilidir. Bunun için toplumsal bir dilin matematiksel bir sembolleştirmesi yapılamaz. Yani öncüllere p ve q gibi sembolleştirmeler vermek hiçbir zaman işe yaramaz. Çünkü oradaki ''p'' hiçbir zaman matematiğin dilindeki ''p'' olamaz. Çünkü oradaki ''p'' olgunun hiçbir zaman kendisine karşılık gelemeyecektir. Hiçbir tercüman bu iki dili birbirine çeviremez. Çünkü bu uyuşmazlık doğa yasalarının bir sonucudur. Mantıksal ilkeler olan özdeşlik, çelişmezlik gibi ilk ilkeler toplumsal bir dile hiçbir zaman aktarılamaz. Çünkü belirlenim altına girer ve anlam kazanır. Oysa bu ilkelerin belirli bir anlamı yoktur. Anlamı olan şey kendisidir. İnsan mantığı sadece matematiksel bir anlamda ifade edilebilinir. Çünkü ikisi de saf aklın konuşma dilidir. Bunun için bilgi, toplumsal bir dilde hatta toplum mefhumunun kıyısından hatta en ucundan uğramış bir halde bulunsa dahi mümkün değildir, ama saf akıl için mümkündür.

Buradaki anlatımı şöyle örneklendirelim. Dil üzerinden verilen bu durumda, her şey gibi dil de toplumsal bir belirlenim altında inşa ediliyorsa toplumsal bir dil, saf akıl üzerinden inşa ediliyorsa bir doğa yasası özelliği olacaktır. Özelliklerin bir doğa yasası olmadığını söylemiştim ve ikili bir ayrım yapmıştım. Örneğin saf akıl ve düşünmek demiştim. Buradaki saf akıl bir doğa yasasıdır, düşünmek ise onun bir özelliği. Göz bir doğa yasasıdır, görmek ise onun bir özelliği. Bu akıl mefhumunun kendisinde şöyle bir dönüşüme girer. Saf ve pratik akıl arasındaki ayrımla. Yani saf akıl doğa yasası iken pratik akıl onun bir özelliği yani, bir doğa yasası özelliği olacaktır. Bunu nereden anlıyoruz yine gösterdiğim özelliklere bakarak. Bu yüzden benim için bir şeyi bilmenin en iyi yolu Aristotales'in söylediği gibi onun nedenini bilmek değil, onun özelliğini bilmektir. Saf akıl bir doğa yasası olduğu için gösterdiği özellik onun bir belirlenim altına girmemesidir. Ama düşünmek bir belirlenim altına girebilir. Bunu aynı şekilde dile de uygulayabiliriz. Dil bir doğa yasası özelliği olduğu için belirlenim etkisi gösterebilir. Toplumsal bir dil inşası zaten saf aklın baskı altında tutulduğu bir alandır. Toplumsal bir dilin içerisindeki terimler, yüklemler dahi duygusal belirlenim altında kalacağı için özün kendisini hiçbir zaman veremeyecektir. Toplumsal bir inşa içerisindeki ağaç terimi, hiçbir zaman ağacın kendisi olmayacaktır. Eğer gerçekten, ağaç nesnesinin kendisi yani biricik özü anlatılamak isteniyorsa yapılması gereken, bütün ağaç formlarının matematiksel bir dil ile inşasıdır. Bu tür bir durumda zaten ağaç nesnesinin sosyal inşası ortadan kalkar. Ama toplumsal bir dilde gördüğümüz bazı sözcükler toplumsal bir inşa halinde bulunsa da özü saf aklın diline dayandığı için duygusal belirlenim etkisine girmez. Örneğin değil, bazı, bütün gibi sözcükler toplumsal bir inşa halinde bulunsa dahi belirlenmezler. Örneğin, ağaç terimi bir şiirde tema haline gelebilirken bu sözcükler gelemezler. Bunun sebebi saf aklın temel belirleyici olmasıdır ve bu sözcükler pratik bir hüviyete bürünür. Bunun da sebebi toplumsal inşada dahi saf aklın pratik akıl aracılığıyla varlığını sürdürebilmesidir. Bu yüzden sayılar gibi matematiksel dile ait olan şeyler toplum içerisinde inşa halinde bulunsalar dahi toplumsal çatışma etkenlerinden tamamen muaf kalırlar. Çünkü belirlenmezler. 

Zaten toplumsallaşan insanların insan olarak kalmalarını sağlayan şey de budur. Eğer saf akıl toplumsallaşan ilk insandan itibaren, en güçlü şekilde baskı altında kaldığı ilk anda dahi pratik akıl formuna geçemeseydi veya böyle bir gücü olmasaydı bizim şu an hayvanlardan farkımız olması beklenemezdi. Saf akıl yoğun baskı altında kaldığı toplum içerisinde kendisini pratik akıl aracılığıyla o da kendisini ekonomik süreçler ile bir şekilde devam ettirir.

İnsan bunun için iki yoldan birine girer. Bu iki yolun ara formlarında da bulunabilir. Ama temel olarak iki yol vardır. Birisi saf aklın diğeri de duygusal belirlenimin yoludur. Bu iki yolun karışan yan yollarında sonsuz sayıda denilebilecek kadar ara form vardır. Duygusal belirlenim altında kalan insanlık doğal olarak toplumu inşa eder. Ve bu inşa kaçınılmaz bir durumdur. Toplumsal inşa içerisinde doğa yasalarının özü değil onun dışa vurumu yani duygusal algısı seçilir. Bunun için algıları da temel olarak ikiye ayırmak gerekir. Çünkü algısal bir durum saf akla yönelebilir veya duygusal alanın belirlenimi altına girebilir. Saf aklın içerisinde duygusal belirlenimde bulunmaz.  Çünkü özü verir. Ancak böyle bir algı, zihin saf akla ulaşmadan ortaya çıkamaz. Temel olarak iki tür denilmişti ama pratik aklında bir algı göstergesi vardır ki saf aklın kendisi ortaya çıkmadan varlığını hissettirebilmesinin temel nedeni de budur. Saf akla ulaşmadan böyle bir algıda bulunulamayacağı için veya pratik akıl aracılığıyla sınırlı bir formda kalacağı için mutlak bilgiye duyular aracılığıyla ulaşılamaz. Sadece saf akıl formunda bilgi artırımı duyular aracılığıyla sağlanır.

İnsanın duygusal belirlenim yolunda dil aracılığıyla yapılan çözümlemede üçlü bir ayrım yapmıştım. Bunlardan birincisi birincil sembolleştirmeydi. Ve bu adım bir tür içselleştirme sürecidir. İkincil sembolleştirme ise bir tür dışsallaştırma sürecidir. İkinci adıma insan toplum içerisinde öğrenerek geçerken birinci adımda hazır olarak sunulanı alır. Örneğin, toplumsal bir inanç, ibadet tarzı, edebi bir destan birinci tür sembolleştirme iken; üyelerin bunu uygulayıp öğrenmesi ve aktarması ikinci tür sembolleştirmedir. Kadınların toplum içerisinde ikincil bir konumda bulunması, ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu olması birincil sembolleştirme iken; kız cocuklarının bebekler ile oynatılması, yemek ve ev hizmetlerini öğrenmesi ikinci tür sembolleştirmedir. Milliyet olgusu birinci tür sembolleştirme iken; üyelerin milli kimlik kazanma süreçleri ikinci tür sembolleştimedir. Evlilik kurumu birincil türden sembolleştirme iken; evlenmek ikinci tür sembolleştirmedir. Bu demek oluyor ki toplumsal iş bölümü birinci tür sembolleştirmedir. Emeğin yeniden üretimi ikinci tür sembolleştirmedir.

Toplumsallaşan insan toplum içerisinde yoğun duygusal belirlenimlerde tüm kişiliğini topluma devreder. Zaten kendi kişiliğini sergileyememesi aklının baskı altında kalmasının da bir sonucudur. Çünkü insan kişiliği saf aklından gelir. Kişilik, ahlak, erdem saf aklın uygulama formlarıdır. Toplum ve saf akıl gerilimi içerisindeki insanın durumu epistemolojik de bir çok sonuç doğurur. Ama gerçek bir epistemolojik çözümleme saf akla ulaşılamadan yapılamaz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder