3 Ocak 2018 Çarşamba

Doğa Yasalarına Giriş ve Toplumsal Alanın Reddi Üzerine IX


Belirlenim Yasaları Öncesinde Birtakım Açıklamalar II

Tarih boyunca her dönemde toplumsal davranışlar ve bunun aracılığıyla insan davranışları hep açıklanmaya çalışıldı. Oysa yapılan hep, pratik aklı kendisi ile açıklamaya çalışmaktı. Onun içindeki duygulanım çatışma alanı hep gözardı edildi. Pratik akıl saf bir formda varolamıyordu. Hiçbir zaman kendi özelliklerini tam yansıtamıyordu. Çatışarak devinen bir yapısı vardı, kararsızdı ve düzensizdi. Sadece tikellerle gerçekleşebiliyordu, oysa saf akıl hem tikellerde var olup hem de tümel bir anlam kazanabilme olgusudur. Buradaki tümel bir anlam, Platoncu bir aşkınlık olarak düşünülmemeli. Sonuçta, pratik aklın belirlenim içerisinde anlaşılabilinecek bir anlamı daha vardı, bu ise hiç görülmedi. Pratik aklın bir örneği toplumsal bir ekonomik dönüşümdü, saf aklın bir örneği ise ahlaktı. Hep yapılan ekonomi içerisinde ahlakı gerçekleştirmekti, oysa sadece ahlak içerisinde ekonomi gerçekleşebilirdi. Zaten hep öyle oluyordu ama pratik aklın zayıflığı bunun görülmesini engeller. Öyle olduğu için de belirlenim yasaları hiçbir zaman anlaşılamadı, bir çokları bile onu psikolojik bir olgu zannettiler. Bir çok teori iş oraya dayandığında hep tıkandı. Birçokları septisizm bataklığına saplandılar, birçokları psikolojik egoizme götürmeye çalıştılar, birçokları onu doğa yasalarına indirgeyerek en başından çelişkiye düştüler, birçokları ise saplantılı bir metafizik ile spekülasyondan başka bir şey yapmadı. Teorilerini tamamen alt üst edebilecek bu olguyu pek azı araştırma cesaretine girebildi. Belirlenim yasalarını fark edip onları tarif etmeseler de dikkate aldığı görülebilinen her düşünür tarihte düşünce dünyasında bir kırılma noktası gerçekleştirdi. Aydınlanma düşünürleri bunun bir örneğidir, ancak eksik bir örneği, bu durum da tabiki doğaldır.

Bu kırılma noktası zorunlu bir gelişimdi, çünkü pratik akıl saf akla devinmek zorundadır. Bu devinme için mücadele eden düşünürlerin çoğunlukta bulunduğu nerde yer varsa, orası düşünce anlamında gelişti ve gelişmeye devam ediyor, geliştikçe daha çok düşünür ortaya çıktı çünkü bu mekanizma kendini geri besleme unsurlarını da barındırır. Bu devinime direnen toplumlar da ne buna engel olabildiler ancak bunu zayıflatarak onlar karşısında sömürge olmaktan öteye gidemediler.

Gelişen toplumlar bir şeyi çok iyi anladılar. Bir toplumun gelişmesi demek kendisiyle tam bir zıt anlamda toplumsal yapısının zayıflaması demektir. Çünkü, belirlenimsel olan bir şeyin aslında tümel bir anlamı yoktu. Toplumsal yapının zayıflaması inanç birliğinin, ortak manevi duygularının, duygusal birlikteliğin yok olmaya başlaması demekti ki çünkü bunların belirlenimsel yasa görünümlü dayanaklarının dışında hiçbir gerçekliği yoktu. Bu yönelim içerisinde, aşamalardaki bir görüntü olarak saf akıl tikel bireylerde kendini hissettirebiliyordu. Daha önce de değinildiği gibi, saf akıl önce tümel bir alandadır ama doğa yasalarına içkin bir alanda. İşte onun tümellikten tikel alanda belirmesi tarihteki bir kırılma noktasıdır. Bu alanda mücadele eden nerdeyse tüm düşünürlerde bile böyle bir ayrım galiba pek yoktu. Ama, hepsi gerçekte varolanın peşinde olduklarını biliyorlardı. Önemli olan da zaten buydu. Saf akıl kendisini ancak felsefe ile ifade edebilir ama bilimle gerçekleştirir. Günümüzde gördüğümüz bilim ise pratik aklın belirlenimsel bilimi yani kusurlu bilimdir.

Bazıları ise insanların robotlaştığını öne sürdüler. İnsanlar artık duygusuzlaştı, ilgisizleşti, manevi değerlerini unuttu diye dem vurdular. Bu tip düşünce yönelimleri hemen hemen her toplumda görülebilinir. Ama bunu söyleyen bir felsefeci olsun veya sıradan bir insan, şunu anlayamadı; Saf aklın gelişmesi demek zaten insanların robotlaşması demektir.

'İnsanın doğası saf aklının doğasıdır' diye ortaya attığım önerme eğer gerçeği yansıtacaksa, insanın doğal gelişimi de zaten onun robotlaşması anlamındadır da. Bunun a-priori kanıtları saf akıldan çıkar ve onlara ulaşmak için daha çok düşünmemiz gerekir. Ama a-posteriori kanıtları belirlenimleri kör etmemiş gözler için ortadadır. Toplumsal olarak nerde olursa olsun, insan olgusu içerisindeki gelişmeler her zaman stabil bir seyir ile seyreder. Tarih dinamik değil, oldukça belirli ve belirlenmiştir. Aşamalar ve evreler de. Gelişim ise sadece bunlar içerisindeki seyirdir. Bu aşamaların ve evrelerin kendi içerisinde stabil olması gerekmez. Buradaki gelişim olgusunun kendisindeki stabilliktir önemli olan. Aynı saf akıldaki gibi. Hiçbir toplum, postmodern diye tabir edilen döneme, kapitalist ekonominin dönüşüm süreçlerini yaşayamadan giremez. Ve hiçbir toplum da bilgi toplumu diye tabir edilen seviyeye çıkmadan ilerleme kaydedemez. Aynı şekilde, sanayi toplum seviyesine de. Yani başka bir alternatif, üçüncü bir imkan yoktur. Kapitalizm aşamasına geçilemeden gelişmenin imkanı yoktur. Tabiki bu belirlenim yasaları ve toplum için geçerlidir. Saf aklın bundan bir bağımsızlığı vardır. Ama bunun önemi sadece olgusal olaraktır, pratik bir karşılığı yoktur.

Oysaki, toplumların gelenek görenekleri, yaşayışları,  kültürleri, dilleri, dinleri çok farklı yapılar gösterebilir. Ama anlaşılamayan şey bunların hiçbir anlamı olmaması, kültürde de dinde de gösterilen ilerlemeler ne tarihsel ne de olgusal anlamda bir ilerlemedir. Sadece dilin zayıflığı ve pratik aklın kusurlarından ortaya çıkan bir gösterimdir. Bunun için tarihsel ilerleme pratik aklın ilerleyişidir, ve bu da kaçınılmaz olarak toplumsal her olguyu zayıflatır. Yönü de sabit ve stabildir. Buradaki stabilite olgunun bütününde, ki zatan içsel yönelimlerde farklı devinimler gözlemlenebilinir ama bunun da hiçbir önemi yok.

Bu anlatımlarda hep dilsel problemler var, en azından benim açımdan. Örneğin, ben duygulanımlardan bahsedeceğim bölümde ki, bu bölümü açıklayabilmek için daha çok uğraşmam gerekecek ki, yine bu felsefe içerisinde tamamen ayrı bir bölümün uğraş alanı olacaktır. Örneğin, insanın hayatında ortaya çıkan kendilerinin duygu dedikleri şeyler, dilsel bir bütünlüğe girer ve anlam kazanır, oysa onların saf aklın dilinde ayrı bir tarifi vardır. İkincisi, her duygulanım gibi görünen şeyler bir belirlenim olmak zorunda değildir. Örneğin, insanın hakikati arama sevdası bir duygu olarak görülebilir ama bu saf aklın hareketidir. Yani bazı şeylerin anlamı toplumsal bir dilde karşılık bulmaz ve dil ile anlatmak oldukça zordur. Yani, bazı duygu gibi görünen şeyler saf aklın hareketi olabilir.

Bu yüzden, dilde insanın robotlaştığı yani duygusuzlaştığı ve manevi değerlerden uzaklaştığı diye anlatılan şeyler, aslında insanların kendilerinden uzaklaşması değil, aksine kendilerine yönelmelerinden başka bir şey değildir. Aslında toplumsal bir bütünlük içerisinde yaşayan insan gerçek anlamda bir robottur. Nitekim, bizim yaşadığımız düzende gördüğümüz robotlaşma türü de saf aklın bir gerçekleşmesinden ziyade, bir duygudan çıkıp başka bir duyguya esaret olma, bir duygunun diğerine baskın çıkması daha doğrusu bencil duyguların toplumsal duygulara baskın çıkması türünden bir şeydir. Ama bu bile insanın tarihsel yönelimindeki bir aşama, saf akla giden bir yolun göstergesidir. Çünkü, pozitif anlamda varolmasa da, gelişen toplumlarda negatif bir anlamda kazanç sağlar. Mitsel, inançsal yani toplumsal belirlenimden uzaklaşma ve bireysel belirlenimlere yaklaşma anlamında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder